Malum gidişat, istihdamı hızla sektör dışına itiyor. Plansız büyüyen sektör, gün geçtikce kontrolsüz bir şekilde daralıyor. Peki bu durumda binlerce çalışan ve onların aileleri ne yapacak? Şuan arap turistlerle kendini döndüren sektör, kış aylarında köprüyü geçebilecek mi? Varsayalım herşey iyiye gitti, sektör dışına çıkartılan personel tekrar güvenip bu sektöre dönecek mi? Tam kör bir döngü !
Ülke ekonomisinin güven vermediği bu süreçte, diğer sektörlerin de tat tuz vermediğini varsayarsak bu insanlar ne yapmalı ?
Belki uzaktan yakından ilgisi yok ama hep topraklarımızın verimliliği ile övünürüz bu ülke de. Nedense, toprak günümüzde sadece rant aracıdır. Ormanları yakar yıkarız onun uğruna, daha fazla toprak daha fazla para… Ne kadar çok emlağa sahipsen o kadar çok mutlusundur.
Ama insanoğlunun en büyük temel ihtiyacı barınmak ve beslenmektir.
Beslenmekse topraktan üretmektir …
Çocukluğumun hemen hemen tüm yaz ayları Zonguldak köylerinde geçmiştir. Okullar tatil olur olmaz, ilk solukta kaçardım oralara. Doğayı severdim çünkü tüm insanlar gibi. Aileler genellikle kalabalıktı ve tüm herkes toprağı ekmeye biçmeye katılır,sürüm ve hasat zamanları komşular bile yardımlaşırdı.Yöremizde ticaret amaçlı satılan mahsuller yoktu, herkes kendine yetecek kadar tarımla uğraşırdı. Bildiğim, o yıllar parayla alınan ürünler şeker ve yağ’dan başka bir şey değildi. Onun dışında hemen hemen her şeyin yetiştirilebileceği üretelibileceği topraklara sahiptiler ve birçoğu hayvancılıkla da uğraşırdı. İnsanlarda huzur ve mutluluk, birlik beraberlik vardı. En büyük yokluk eğitim ve sağlık kurumlarının şehirlerde olmasıydı, oto sanayide günümüz gibi değildi. Ulaşım zordu. Çocuklar ortaokul-lise çağına gelince ya yatılı okula gider ya da eş dost yardımıyla gittiği şehirlerde farklı alternatifler arardı. Çağdaşlaşmak için atılan en büyük adım ilkokullarda, okur yazar oranın arttırılması için başlayan halk eğitimi projeleri ve meslek öğretimleri için açılan köy merkezlerindeki kurslardı. Şehrin taş kömürü ocaklarında çalışan köylü işçiler hafta sonu evlerine gelebiliyorlardı, geldiklerinde de tarım ve hayvancılıkla uğraşıyorlardı. Hayat döngüsü böyle devam ediyordu seksenli yıllarda.
Yıllar içinde gençler, sanayileşmenin hızla ilerlediği şehirlere göç ettiler, insanoğlunun en temel ihtiyacı olan beslenme ve barınma yetmez olmuştu. Ayrıca küresel sermayenin makinaları da köylünün toprağına girmeye başlamış ve oluşan işsizlik, hızlı nüfus artışı ,hayat ve emeklilik güvencelerinin olmayışı köy halklarını rahatsız eder hale gelmişti. Yurt dışına bile göç vermeye başlamıştı ülkemin insanları. Eğitim, sağlık, çağdaş yaşam uğruna herkes toprağına sırt çevirmeye başlamıştı, iste de istemese de.
Şimdi ülke çapında ektiğimiz toprağa bile küresel sermayenin gizli olmayan güçleri ayar veriyor, oyunlar oynuyor, kendi tohumlarımızı kullanamıyor ve ürünlerimizi bile ekip biçemiyoruz bu dünyanın en verimli topraklarına. Ne uğruna ! Yabancıya bile satışı açık artık ! Biliyoruz ki, bu ülke kendi ürününü kendisi üretse hiç kimse aç kalmaz, üstelik tüm dünyayı bile doyurur.
Bir haber kaynağında Antalya Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Vahap Tuncer ise şunları söylemişti:
“Tarım topraklarının insanların şahsi menfaatleri nedeniyle imara açılması. Plansız ve çarpık kentleşme. Yanlış tarım politikaları ve yasal düzenlemeler. Toprakların miras yasası nedeniyle küçülmesiyle tarımın rantabl olmayışı ve bu nedenle tarım topraklarının farklı sektörlere kayması. Turizm nedeniyle yapılan gereksiz büyüklükteki konaklama alanları. Toplum olarak aşırı lüks tüketim alışkanlığı.” Tarım topraklarının kaybedilmesine sebep olmuştur.
Şimdi kentlerden köylere yaptığımız her yolculuk sonunda muhtemelen hepimiz huzur duyuyoruz ve dinleniyoruz en derin şekliyle. Her köy gezimde hep aklıma gelir Atatürk’ün “Köylü milletin efendisidir” sözü. Ama şu anlaşılması mümkün olmayan politikalar sebebiyle verimli topraklarımız ekilmiyor, biçilmiyor, daima boş kalıyor. Köylüye, üretene sorduğunuzda uğraşacak insan yok diyor. Nüfusun % 10’u kalıyor sadece, onlar da emekliler ve yaşlılar. Vahim köysel bir tablo !
Bunun dışında tarımla uğraşmaya devam eden üreticinin mahsulu tüketiciye ulaşırken zaten olan da oluyor çoğu yöre de, bundan nemalanan güçler piyasayı parmağında oynatıyor. Önemli olan halkı ucuza doyurmak değil, kazanabildiği kadar kazanmak onların birincil amacı.
Kentsel dönüşüm adı altında rantçıların mega projeleriyle tüm şehirler olmuş emlak tarlası… Ekip biçilsin istendiği kadar !
Yani organik tarım organik ürün diyoruz. Sağlıklı yaşayalım istiyoruz ama toprağa dönmüyoruz. Çünkü süslü püslü şehirlerin içinde yaşamaya ve tüketmeye alıştırılmışız. Genç nüfusa üretmek değil tüketmek kolay geliyor modern yaşam tarzları gereği. Ellerinde teknoloji ve mobil tırpanlar, insanlar birbirinden ve topraktan uzak!
Biz ellerin tohumuyla beslenmeye devam edelim… Onlar kazanır, biz tüketiriz. Nereye kadar bakalım !