Turizmci olarak, Katar ile diğer Arap ülkelerinin yaşadığı krizin, Türkiye’yi etkileyip etkilemeyeceğini, belirsizliğin nasıl çözüleceğini merak ediyoruz. Bu konuyu iki açıdan değerlendirmek gerek. Katar ile diğer Arap ülkelerinin yaşadığı kriz, daha da büyür ve biz burada ara bulucu değil de taraf olursak ki olduk gibi gözüküyor, seçeceğimiz taraf bizi etkileyebilir. Körfez ülkelerinden gelen turistlerin büyük çoğunluğu Katar’a karşı cephe ülkelerinden olan insanlar. Ancak Türkiye’nin ticari ilişkilerine baktığımızda, Katar ile ilişkilerimiz iyi derecede. Her zaman, Suudi Arabistan’dan gelen vatandaş sayısı, Katar’a göre çok fazla. Türkiye’nin iyi bir ara bulucu olarak bu süreci yönetmesi, hem Suudi Arabistan hem de Katar ile ilişkilerimizin bozulmaması gerek. Oradaki süreç bizi etkiler.
Peki bu dönem Türk Turizminin bağlı olduğu Arapları yeterince tanıyor muyuz?
Araplar Türkiye denince hanlarıyla, boğazıyla, vapurlarıyla, köprüleriyle ve birçok nadide semtiyle ilk akla gelen İstanbul’umuzu neden bu kadar seviyorlar? İstanbul’da kendilerini ne kadar rahat ve özgür hissediyorlar? En çok nerelere gidiyorlar, hangi müzeleri, hangi alışveriş merkezlerini tercih ediyorlar?
1. Boğaz turu (‘Gümüş’ dizisinin çekildiği tarihi Abud Efendi Yalısı)
2. Topkapı Sarayı (Özellikle Kutsal Emanetler, Mücevherler ve Harem bölümleri)
3. Taksim (İstiklal Caddesi)
4. İstinye Park, Forum İstanbul ve Cevahir (Her şeyi aynı anda bulabildikleri için)
5. Büyükada (Faytona binmek ve denize girmek için)
6. Sultanahmet Camii, Kapalıçarşı
7. Vialand (Çocuklar için)
8. Maslak’taki Muhteşem Yüzyıl sergisi
9. Eminönü’nde Yeni Camii, Mısır Çarşısı
10. Hocapaşa’da sema gösterisi
-İstanbul’da kendilerini daha rahat ve özgür hissettiklerini söylüyorlar.
-Türkiye’yi hem Avrupai buluyorlar, hem de ‘evlerinde gibi’ yaşayabildiklerini anlatıyorlar. Burayı güvenli buluyorlar. Gezerken ezan sesi duymak hoşlarına gidiyor. Gerektiği her an ibadet imkânı bulabilmeleri iyi geliyor.
-Hemen hemen hepsi Türk dizilerinden ve bu dizilerde oynayan oyuncularımızdan çok etkilenmiş.
-Talimhane ve Sultanahmet’tekilerin yanı sıra Boğaz’daki beş yıldızlı otellere de rağbet ediyorlar.
-‘Helal’ gıda yiyebilmeleri de tercih sebebi.
-En çok İskender ve simit seviyorlar. Kumpir için deliriyorlar. Tatlı tercihleri genelde baklava ama dondurmalıysa.
-İstanbul’un yanı sıra Bursa, Yalova, Bolu, Abant ve Trabzon’u tercih ediyorlar. İstanbul’da Anadolu yakasına hemen hemen hiç geçmiyorlar.
-Doğu Akdeniz yani Levent bölgesinden gelenler Roma ve Bizans tarihine daha meraklı, Ayasofya gibi tarihi yerlere daha çok gitmek istiyorlar. Ayrıca bu grup keyfine daha düşkün; ilk sordukları şey Boğaz’da yemek yiyebilecekleri iyi restoranlar oluyor.
-Suudi Arabistan, Katar, Kuveyt gibi Körfez ülkelerinden gelenler daha içine kapalı; Eşlerini ya da kızlarının yabancı erkeklerle konuşmasını istemiyorlar, Roma ve Bizans tarihiyle fazla ilgilenmiyorlar, daha çok alışveriş merkezlerine gitmek istiyorlar. Fast food seviyorlar.
-Tunus, Fas, Cezayir gibi Kuzey Afrika, yani Mağrip ülkelerinden gelenlerin üzerinde (yıllarca Fransız sömürgesi olarak kalmış olmalarından dolayı) Arap kültürünün yanı sıra Fransız kültürünün de etkisi var; dolayısıyla talepleri de buna uygun oluyor. Türk gecesi, dansöz, vs. görmek istiyorlar.
-Alışverişte eskiye kıyasla daha tedirginler. Bunda esnafın hatalı davranışlarının büyük payı var. Maalesef Türk esnafı tarafından Arap turistlerin hor görülmesi söz konusu. “Arap turistlerde çok para vardır” zihniyetiyle sattıkları ürünün etiket fiyatının 2-3 katı para isteniyor.
Türkiye, üç tarafı denizlerle çevrili bir yarımadalar ülkesidir. Gerek Anadolu ve gerekse Trakya yarımadaları çevresinde sayısız denebilecek kadar dünya çapında haklı bir üne sahip kumsallar ve plajlar bulunmaktadır. Tarih öncesi yerleşmeler bakımından Anadolu, adeta bir açık hava müzesi gibidir. Kısacası Turizm açısından ülkemiz bir maden üzerinde kurulmuş coğrafi bir konuma sahiptir. Bu zenginliği görüp gelen turistlerimize sadece parası için değil, insani bir değer olarak ele alan bir şuura erişmemiz gereklidir. Toplum ve devlet olarak turistimize karşı, renk, ırk, mezhep ve bölgesel hiçbir ayrım yapmadan, Türk kültürünü yozlaştırmadan, insanca ve dostça davranılmalıdır. Gerçek anlamda “turizm”; yönetici-turizmci-halk ve turist dörtlüsünün karşılıklı sevgi, saygı ve hoşgörüleri ile gerçekleşebilir. Bu sahip olduğumuz en önemli gelir kaynaklarından biri olan “Bacasız Sanayimizde” ülke olarak MARKA olabilmek ancak bu şekilde mümkün olabilir.