Geçtiğimiz haftalarda İstanbul Büyükşehir Belediyesinden Turizm Akademisyenleri Derneği olarak aldığımız davet beni çok sevindirmişti. Davetin konusu iklim değişikliğinin önlenmesi ve gelecekteki etkilerinin en aza indirilmesi için yapılması gerekenlerin planlara yansıtılmasına katkı sağlamak idi. Bu daveti seve seve kabul ettik ve Dernek Yönetim Kurulu Başkan Yardımcımız Prof.Dr.İbrahim Birkan ve İstanbul Temsilcimiz Prof.Dr.Asım Saldamlı ile birlikte üç kişilik bir ekip olarak düzenlenen çalıştaya katıldık.

Toplantıda; üniversite, resmi kurum ve sivil toplum kuruluşu temsilcileri ile belediye çalışanlarından oluşan yaklaşık 200 kişilik grup, İstanbul genelinde sera gazı emisyonlarını azaltacak ve iklim değişikliklerinin etkilerine karşı koyacak öneriler geliştirdi. Bu öneriler “Atık Yönetimi”, “Su Kaynakları Yönetimi”, “Kamu Altyapısı”, “Binalar”, “Enerji Üretimi ve Dağıtımı”, “Arazi Kullanımı, Ormancılık, Biyoçeşitlilik ve Tarım”, “Sanayi”, “Ulaştırma ve Lojistik”, “Halk Sağlığı”, “Turizm, Ticaret ve Sosyo-Kültürel Yapı” olmak üzere on temel başlık altında toplandı.

İklim değişikliğinin sektörel ve destinasyon bazlı etkilerine girmeden önce, bu kavramın içeriğini biraz açıklayalım: İklim değişikliği, insanların; endüstriyel, tarımsal ve enerji tüketimi gibi faaliyetleri sonucunda atmosferdeki sera gazlarının miktar ve yoğunluğunun artması ve buna bağlı olarak yerkürenin ısınarak iklimi dengesiz hale getirmesi ve farklılaştırmasıdır.

Peki, iklim değişikliği ve küresel ısınma konuları geçtiğinde sürekli gündeme gelen sera gazları ne anlama gelir? Dünyanın atmosfer tabakası, bitki serası benzeri bir yapıya sahiptir. Güneş ışınları yeryüzüne ulaştıktan sonra bir kısmı yansıyarak atmosfere döner. Burada sera gazları yani karbondioksit, metan, su buharı, ozon, azot oksit vb. gazlar devreye girerek bu ışınları yeniden yeryüzüne gönderir ve dünyanın ısınmasına katkı sağlar. Kısaca sera gazları yeryüzünün soğumasını engeller ve tüm canlıların yaşamını sürdürmesi için uygun bir sıcaklığa erişmesini sağlar. Ancak sera gazlarının atmosferdeki oransal artışı, doğanın mevcut dengesini bozar ve daha fazla güneş ışınını yeryüzüne yansıtarak yerkürenin gereğinden fazla ısınmasına neden olur.

Dünyada İngiltere merkezli başlayan sanayi devrimi ile birlikte, doğaya sera gazları salımları artmaya başlamıştır. Bunun temel nedeni, üretimde meydana gelen dönüşümde enerji kaynağı olarak kömür ve petrol başta olmak üzere fosil yakıtların kullanılmasıdır. Bu yakıtlar, yüksek düzeyde karbon ürettikleri için sera gazı miktarının artmasına yol açmaktadır. Buna bir de dünya genelinde havayı temizleyen ormanların gittikçe yok olmasını eklersek, ne kadar büyük bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu görebiliriz.

Amerikan Ulusal Atmosferik Araştırmalar Merkezi, eğer önlem alınmazsa yeryüzü ısısının önümüzdeki yüzyılda daha da fazla artacağını açıkladı. Bu merkez, 20. yüzyılda 0,6 santigrat derece ısınan gezegenimizin, içinde bulunduğumuz yüzyılın sonuna kadar olan sürede 4.9 santigrat derece daha ısınacağını öngörüyor. Sözü edilen küresel ısınma ve bunun sonucu olarak ortaya çıkan/çıkacak olan iklim değişikliği, gezegenimiz üzerinde ciddi etkilere yol açacak gibi görünüyor. Hava durumunun değişmesi bu etkilerin başında geliyor. Son yıllarda görülen aşırı yağışlar ya da yağışlardaki önemli azalmalar, şiddetli rüzgarlar, aşırı sıcaklar hava durumundaki değişmelerin somut kanıtları. Bilim insanları, kıyı bölgelerinde yağışların dengesiz bir biçimde artacağını, iç bölgelerde ise yağışların önemli ölçüde azalacağını vurguluyorlar. Burada, kuraklaşmanın yangın riskini de arttıracağını unutmamak gerekiyor. 

Kutuplardaki buzulların erimesi ve deniz seviyesinin yükselmesi, bir diğer önemli etki olarak görülüyor. Karbon salım düzeyi bu şekilde devam ederse 100 yıl içerisinde kuzey kutbunun tamamen eriyeceği tahmin ediliyor. Bunun sonucu olarak da yeryüzünde özellikle düşük rakımlı bölgelerin sular altında kalması güçlü bir olasılık olarak karşımızda duruyor.

Buharlaşmada meydana gelecek artışlar, su kaynaklarının önemini de arttıracak. Belki de sadece bu nedenle ülkeler arasında gelecekte çatışmalar meydana gelebilecek.

İklim değişiklikleri sonucunda insanlarda başta kalp, solunum ve alerjik hastalıklar olmak üzere birtakım rahatsızlıklarda artışlar görülecek. Ayrıca doğada görülen değişimler psikolojik sorunların artmasına da yol açacak.

Sıcaklık artışı tarımsal faaliyetleri de zora sokacak. Su kaynaklarının azalması sulu tarımı zorlaştıracak.

İklim değişiklikleri, hayvan ve böcekler üzerinde de etkili olacak. Bazı türler yok olacak, bazılarının nüfusunda ise aşırı artışlar meydana gelecek. Bu durum doğanın dengesinin bozulmasına yol açabilecek.

Tüm yukarıda ifade edilenler dünya genelinde ve Türkiye özelinde turizmi doğrudan veya dolaylı olarak etkileyecek. Bunlara ilave olarak sektör aşağıda sıralanan bazı değişimler ve bu değişimlerin ortaya çıkardığı sorunlarla karşı karşıya kalacak. 

•        Öncelikle kıyı turizmi yapan destinasyonlarda oluşacak iklim değişiklikleri, o destinasyonları zaman içerisinde cazip olmaktan alıkoyabilecek. Aşırı ısınan veya yağış dengesizlikleri olan destinasyonlar, turistler tarafından yeterince tercih edilmeyecek. Kuzeye doğru gidildikçe şu anda cazip olmayan bazı bölgeler, ısınmanın da etkisiyle kıyı turizmi destinasyonu haline gelebilecek. 

•        Sıcaklıklardaki artış ve kar yağışındaki azalma, dünya genelinde kış turizmi sezonunun kısalmasına ve bu turizm türünün gerilemesine neden olacak. 

•        Sel baskınları ve deniz seviyesinin yükselmesi, turistik destinasyonların alt ve üst yapılarına zarar verebilecek. Bu riskler sigorta maliyetlerinin artmasına neden olacak.

•        Orman yangınlarının artma tehlikesi ve iklim değişikliğine bağlı olarak doğada görülen bozulmalar da turizm tercihlerini yakından etkileyebilecek.

•        Ülke genelinde sıcaklıkların artması, kar ve buz ile mücadelenin zaman içerisinde azalmasına neden olacak.

•        İklim değişiklikleri ve sonucunda havaların ısınması sis düzeyini azaltacak, bu durum ise sis kaynaklı ulaşım aksamalarının azalmasına neden olacak.

•        Ülke genelinde sıcakların artmasıyla ısınma harcamaları azalma eğilimi gösterecek, ancak bu defa soğutma harcamalarında artışlar görülecek. 

Burada ifade edilen etkilerin bir kısmı hissedilmeye başlandı, bir kısmı da gelecekte kendini hissettirecek. Her ne şart altında olursa olsun dünyanın tüm devletleri ve halkları bu konuyu öncelikleri arasına almak ve gereken önlemleri hayata geçirmek zorunda. Aksi taktirde “Atalarımızdan miras kalan değil çocuklarımızdan ödünç aldığımız dünyamız” için geç kalmış olabiliriz.     

Başta bahsettiğim çalıştaya dönecek olursak, bu toplantıda küresel ısınma ve iklim değişikliğinin turizme etkisinin azaltılmasına yönelik, genelde Türkiye ve özelde İstanbul için aşağıda belirtilen önerilerin planlara yansıtılması konusunda görüşler ortaya atılmıştır:

•        Gri (arıtılmış) su kullanımın teşvik edilmesi

•        Yeşil alanların arttırılması (Örneğin Atatürk Havalimanının kapandıktan sonra yeşil alana dönüştürülmesi)

•        Parklarda çim yerine az su isteyen bitkilerin peyzajlarda kullanılmasının sağlanması

•         Marmara Denizi ve Karadeniz’de mavi bayraklı plajlar üretilmesi

•        Doğa turizmi ve biyolojik çeşitlilik açısından doğanın korunması

•        Rant odaklı projeler nedeniyle doğal, tarihi, kültürel değerlerin kaybedilmesinin önlenmesi

•        Yangınları engellemek ve çevre kirliliğini azaltmak adına mangal alanlarının belirlenmesi, belirlenen alanlar dışında mangal yakılmasına izin verilmemesi

•         Havai fişek kullanımının kontrol altına alınması

•         Ulaşım türlerinin entegre edilmesi ve aktarma istasyonlarının düzenlenmesi

•        Kısa mesafelerde hızlı tren ulaşımının yaygınlaştırılması

•         Havaalanlarında kalkış, iniş ve park esnasında optimizasyonun sağlanması

•         Motorlu taşıtlarda alternatif yakıt kullanımının desteklenmesi

•         Bisiklet kullanımının yaygınlaştırılması

•        Tarihi ve turistik bölgelerde aydınlatmaların güneş enerjisi veya led lambalarla yapılmasının sağlanması

•        Uzun vadede iklim değişikliklerinin neden olacağı afetlere karşı tarihi yapıların güçlendirilmesi

•        Yapılarda çevre dostu malzemelerin kullanımının teşvik edilmesi

•        Mimari açıdan binaların enerji verimliliğini göz önünde bulundurularak tasarlanmasının sağlanması

•        Enerji kullanımını azaltan ürünlerde vergi oranların düşürülmesi ve ülke içerisinde bu tür ürünlerin üretilmesinin teşvik edilmesi

•         Turizmde taşıma kapasitesinin belirlenmesi

•        Otellerde çamaşırhane ve mutfakların optimizasyonun sağlanması

•         Otellerde gıda atıklarının geri dönüştürülmesi bu önerilerden bazıları.

Sizlere bu ana kadar karamsar bir tablo çizdiğimin farkındayım. Ancak maalesef tüm bu tespit ve tahminler yıllardır sürdürülen bilimsel çalışmaların neticeleri. Bu konuda 1998 yılında imza altına alınan Kyoto Protokolü ile sanayileşmiş ülkeler sera gazı salımlarını azaltma taahhütlerinde bulundular. Daha sonra 2015 yılında Paris’te gerçekleştirilen 21. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansında, 196 ülke bu konudaki tedbirleri içeren tarihi anlaşmayı imzaladı. Bu anlaşmada tüm ülkeler için sera gazı salımlarının azaltılmasına yönelik iddialı hedefler yer alıyor. Başta atmosfere en fazla sera gazı salımına neden olan Çin, ABD, Avrupa Birliği, Hindistan, Brezilya ve Rusya olmak üzere tüm ülkelerin anlaşma hükümlerini yerine getirmesiyle, küresel ısınma ve iklim değişikliği sorununun küresel çözümüne yönelik önemli bir adım atılmış olacak. Her ne kadar ABD’nin yeni başkanı Trump’ın Paris anlaşmasından çekilme kararı aldıklarını açıklaması dünya genelinde büyük bir şaşkınlık ve tepkiye neden olduysa da yeryüzünde küresel ısınma ve iklim değişikliği konusundaki bilinç her geçen gün artmakta, bu konuda geri dönülemez bir süreç devam etmektedir. İşin insanlık ve turizm sektörü açısından sevindirici yönü de budur.

Sonuçta gezegenimizin dengesini korumak ve gelecek nesillere yaşanabilir bir halde bırakmak, dünya üzerindeki her bireyin görevi. Turizmcilerin de bu süreçte doğanın dengesini bozacak faaliyetlerden kaçınması ve bu tür faaliyetleri engelleme çabası içerisinde olması gerekir. Elbette küresel ısınma ve iklim değişiklikleri, temel girdisi doğa olan turizm sektörü üzerinde etkili olacaktır. Turizmciler, küresel ısınmaya neden olan sektörel etkenlerin azaltılmasına odaklanmalı, kaçınılmaz olan etkilere de uyum sağlayacak stratejiler geliştirmelidirler. Sürdürülebilir turizm anlayışı, tüm turizmcilerin, merkezi ve yerel yönetimlerin vazgeçilmez politikası haline gelmelidir. 

Saygılarımla

Paylaşmak Güzeldir
Prof. Dr. Muharrem TUNA
1972 yılında Kilis’te doğdu. 1994 yılında Gazi Üniversitesi Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi Turizm İşletmeciliği Eğitimi Bölümünü bitirdi ve bir yıl sonra aynı fakülteye araştırma görevlisi olarak atandı. Yüksek lisans ve Doktora derecelerini Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Turizm İşletmeciliği Anabilim Dalında tamamladıktan sonra, çalıştığı fakültede Yardımcı Doçentliğe yükseldi. 2002-2008 yılları arasında Gazi Üniversitesi Sungurlu Meslek Yüksek Okulu’nun müdürlüğünü yaptı ve üniversite senato üyeliğini yürüttü. Bu süre zarfında ABD’de Michigan State Üniversitesinde altı ay süreyle doktora sonrası çalışmalarda bulundu ve 2008 yılında yine aynı üniversitede Doçentlik unvanını kazandı. Bu kurumda öğretim üyeliğinin yanında dekan yardımcılığı, anabilim dalı başkanlığı ve çeşitli akademik görevleri de yürüten Dr. Tuna, 2014 yılında Gazi Üniversitesi Turizm Fakültesi Turizm İşletmeciliği Bölümüne Profesör olarak atandı. Prof.Dr. Muharrem TUNA, turizm işletmeciliği, yönetim, strateji, örgütsel davranış, kalite gibi konularda bilimsel çalışmalar yürütmekte olup İngilizce bilmektedir.

CEVAP BIRAKIN

You must be logged in to post a comment.