“Yorucu bir otomobil yolculuğundan sonra Antalya’ya tatil yapacağımız beş yıldızlı otele varmıştık. Odamıza yerleşip biraz dinlendikten sonra akşam yemeği için otelin restoranına geçtik. Restoran son derece zevkli dekore edilmişti ve yemekler de çok lezzetli görünüyordu. Uzun süre araba kullanmak ve sonrasında bir şey yemeden dinlenmeye çekilmek beni oldukça acıktırmıştı. Açık büfeden yarım kase çorba ile yemeğe başlamıştım. O sırada açlık güdümü ortadan kaldırmaya başlamanın verdiği rahatlamanın etkisiyle çevremde neler olup bittiğine de vakit ayırmaya başladım. Tam o anda karşımdaki masada oturan bir çift dikkatimi çekti. Masaya getirdikleri tabaklarda ikişer adet kocaman balık vardı. Masadaki boşlardan daha önce salata ve çorba yedikleri belli oluyordu. Hemen akabinde birer tabak kızarmış tavuk ve sulu yemekler geldi. Tatlı faslına geçildiğinde getirdikleri tabaklarda altı tane şeftali, neredeyse bir tüm baton yaş pasta ve karışık tatlıları gördüm. Bahse konu olan turist çift, masaya gelen yiyeceklerin tamamı olmasa da yarısından fazlasını yediler. Yemeğin sonlarına gelindiğinde bir ara erkek olan turist boğulacak gibi oldu. Yiyecekler artık boğazından geçmiyordu. Eşi ya da sevgilisi olan bayan ayağa kalkarak sırtına birkaç kez vurdu. Kısa bir süre önce neredeyse aşırı yemekten boğulup masada kalma tehlikesi geçiren sevgili turistimiz içeceğinden birkaç yudum çekti ve yeniden kendini daha fazla yemek için zorlamaya başladı. O sırada ben de aslında sinirden kendi kendimi yiyordum. Otel yöneticilerinden bu kişilerden ne kadar gelir sağladıklarını duyunca sinirim daha da arttı. Otele veya diğer bir ifadeyle Türkiye’ye bıraktıkları günlük para 55 dolar yani şimdiki kurla 190 TL idi.
Sezonun tam ortasında bu tesisler bu fiyata nasıl satılabiliyordu? Acaba o turistin kendi ülkesinde sadece böyle bir akşam yemeği için ne kadar hesap ödemesi gerekirdi? Ya da kendi ülkesinde (eğer varsa) böylesine lüks bir tesiste herşey dahil konaklamaya ödemesi gereken tutar ne kadar olurdu? Tüm bunlar aklımdan geçerken bir taraftan benim yaptığım ödemenin o turistten yaklaşık %50 fazla olduğunu düşünüp hayıflanıyor, diğer taraftan da ülkeye gelen turist profilinin artması gerektiğini düşünüyor ve zihnimde buna yönelik fikirler üretiyordum.
Birkaç gün sonra fırsat bulunca küçük bir araştırma yaptım ve gerçekten de uluslararası tur operatörlerinin ülkemizdeki bu güzelim tesisleri rakip ülkelere oranla çok düşük ücretler üzerinden satışa sunduğunu gördüm. Bir örneği sizlerle paylaşmak istiyorum. Almanya’dan, aynı havalimanından (Frankfurt), aynı dönem (26.08-02.09.2017), aynı süre (1 Hafta), aynı konsepte (5 Yıldızlı Otel-Herşey Dahil) uçak dahil tatil satış fiyatları şöyle;
Bu tabloya göre, Türkiye fiyatları Mısır hariç incelediğim örnekteki her ülkenin gerisinde görünüyor. Özellikle İtalya, İspanya, Tunus ve Yunanistan fiyatları bizden oldukça yüksek düzeylerde. Aslında bu veriler istatistiksel olarak tam manasıyla toplamı ve ortalamayı göstermez ama fikir vermesi açısından kanımca önemli. İncelediğim diğer farklı çıkış noktalarında da fiyat düzeyleri benzerlik gösteriyor.
Bu durumun en açık göstergelerinden birisi, 2015 yılı rakamlarına göre en fazla yabancı turist ağırlayan ülkeler sıralamasında altıncı sırada olmamıza rağmen aynı yıl turizm gelirlerinde ancak onbirincilikte yer bulabiliyor olmamızdı. 2016 yılına gelindiğinde, gelen turist sayısı yaklaşık %30 düşerken sıralamada dört basamak geriledik ve kendimize onuncu sırada yer bulduk. Turizm gelirlerinde ise tam altı basamak geriledik ve onyedinci sıraya düştük. Buradan çıkan net sonuç, kişi başına düşen turist harcamalarının gittikçe geriliyor olması. 2014 yılında 828 $ olarak gerçekleşen harcamalar, 2015 yılında 756 $’a, 2016 yılında 705 $’a ve 2017 yılının ikinci çeyreğinde 611 $’a geriledi. Olayın bir de farklı yönü var. Türkiye’ye her yıl yurtdışında yaşayan yaklaşık 6 milyon civarında vatandaşımız geliyor. Ülkeye gelen yabancı turist ve gelir hesabında bu kitle de dikkate alınıyor ve bu kimseler yabancı turistlerden neredeyse bir buçuk misli daha fazla harcama yapıyorlar. Dolayısıyla vatandaşımız olmayan yabancı turistlerin harcamaları yukarıda belirtilen rakamların da altında gerçekleşiyor.
Oysa birçok turizm ülkesinin elde ettiği gelir kişi başı 1000 $ civarında. Başta ABD olmak üzere bazı ülkelerde bu rakam 2000 $’ı bulurken, Almanya, İngiltere ve İspanya gibi ülkeler 1000 $’ın üzerinde kişi başı gelir elde ediyorlar. Biz ise en iyi olduğumuz dönemlerde dahi bu alanda 900 $’ı yakalayamamışız.
Peki, eşsiz tarihi, kültürel ve doğal güzelliklerimize, yeni ve son derece lüks tesislerimize rağmen, neden rakiplerimize göre turistlerden daha az gelir sağlıyoruz? Belki de turizm bürokrasisi, STK’ları ve daha da ötesinde tüm turizm camiasının üzerinde kafa yorması gereken en önemli konu bu.
Bana göre bu sorunun çok farklı nedenleri var. Öncelikle son dönemde yaşamış olduğumuz terör olayları ve siyasal sorunlardan kaynaklanan imaj problemi, bu düşüşün arkasında yatan en önemli etmen. Ancak sorunu sadece imaj algısına yüklemek de tam anlamıyla doğru değil. Buna başka etmenleri de eklemek mümkün. Bunlardan bir tanesi birkaç pazara odaklanıp, alternatif pazarlara gereken önemi vermemek, yani tüm yumurtaları aynı sepete koymak olabilir. Çünkü sadece bir ya da birkaç pazara bağımlı olunması durumunda, söz konusu ülkelerle yaşanacak siyasi sorunlar ülkenin turizme olan talebini azaltacak; arz fazla talep az olduğu durumda da fiyatlar düşecektir. Buna ek olarak, büyük tur operatörlerine bağımlılık da bu sorunun bir başka önemli nedenidir. Yabancı tur operatörlerinin pazarda tekelleşmesi, konaklama işletmeleri üzerinde fiyat baskısı oluşturmalarına yol açmaktadır. Konaklama işletmelerinin fiyatları aşağı çekmemesi durumunda da tur operatörleri talepte bulunan turistleri farklı tesis ya da ülkelere yönlendirebilmektedir. Finansal gücü yerinde olmayan birçok işletmeci de böyle durumlarda fiyatları hemen aşağı çekme yolunu seçmektedirler. Bir başka neden de sektörde rekabetin ağırlıklı olarak fiyat üzerinden yapılıyor olmasıdır. Otel işletmecileri çoğu destinasyonda, bu sorunu kendi aralarında yaptıkları toplantılarda asgari fiyat konusunda mutabakata vararak çözmektedirler. Ancak birçok örnekte bazı işletmecilerin, daha toplantı biter bitmez gelen fiyat düşürme taleplerine olumlu yanıtlar verdikleri ve mutabakatı bozdukları bilinmektedir. Bunun dışında, Türkiye’nin kitle turizmine odaklanması, turizm türlerini yeterince çeşitlendirememesi de bu soruna dair önemli bir handikap olarak gösterilebilir. Bunlara eklenecek neden sayısını daha da arttırmak mümkün.
Nedeni her neyse sorun ortada ve çok net. Fiyat aşağı çekildikçe gelen turistlerin profili düşüyor. Turizmde amaç uluslararası pazarlardan düşük profilli çok sayıda turist çekmek değil daha yüksek profilli gerekirse daha az turist olmalı. Çünkü çok sayıda düşük profilli turisti ülkeye getirdiğimizde, bunun hem sektörün sağladığı katma değeri azaltacağını hem de olumsuz çevresel etkilerini arttıracağını gözden kaçırmamamız gerekir.
Yazının başında anlatmış olduğum örneklerin benzerleriyle eminim ki okuyucularımızın büyük bir kısmı karşı karşıya kalmışlardır. Son yıllarda turizmde yaşanan gerilemenin de etkisiyle bu örneklerin sayısı giderek artmakta ve bunun sonucu olarak Türkiye “düşük gelir ve eğitime sahip turistlerin destinasyonu” algısını pekiştirmektedir. Bu husus sektörün karşısında çözülmesi gereken kocaman bir sorun olarak duruyor.
Kasım ayı içerisinde Türkiye’nin en önemli turizm organizasyonu olan “Turizm Şurası” düzenlenecek. Sektörün sorunlarla boğuştuğu bu dönemde Şura yapılıyor olması büyük şans. Bu organizasyonda ortak akıl ile Türkiye turizminin geleceği kurgulanacak ve tüm sorunlar masaya yatırılacak. 2002 yılında yapılan en son şurada alınan kararların çok önemli bir kısmı kısa zaman içerisinde uygulamaya geçmişti. Bu durum, turizmde atılması gereken radikal adımlar ve yeni hamleler için hepimize umut aşılıyor. Yazıda konu edilen uluslararası turizmde düşük fiyat sorununun da bu platformda tartışılması ve soruna ilişkin çözüm önerileri getirilmesi bekleniyor.
Saygılarımla