Hicaz demiryolu projesi, sultan Abdülhamit’in en çok arzu ettiği projeydi. İnşaat maliyeti o kadar yüksekti ki, devlet bütçesinin %20’sini oluşturuyordu. Hatta bu tutarın bir kısmını padişah şahsi servetinden karşılamıştı. Geri kalan kısmı için kutsal topraklara yapılacak tek demiryolu ulaşımı olacağı için bir kampanya düzenlenerek, tüm islam ülkelerinin vatandaşlarının yardımlarına müracaat edildi. Yapılan bu yardımların tek elde toplanması için, “Hicaz Şimendifer Hattı İanesi” kuruldu. Kampanya, sadece Osmanlı topraklarında değil, tüm İslam dünyasında büyük ilgi gördü ve bağışlar toplandı. İhale Almanlara verildi. Demiryolunun inşaatı 1903’te başladı ve 1908’de sona erdi. Hicaz demiryolu hacıların kutsal topraklara ulaşabilmesini temin etmek için yapılmıştı fakat öte yandan dünyanın dengelerini de değiştirecek yeni bir döneminde sebeplerinden biri olmuştu.
İngiltere, Fransa ve Rusya’nın Afrika ve Asya’da hâkimiyet Ö çalıştıkları bu dönemde Almanya’da özellikle Osmanlı Devleti ile ilişkilerini geliştirerek bölgede nüfuz kurmaya çalışıyordu. Avrupa’da başlayan kutuplaşma, özellikle Hicaz demiryolunun inşası ile bu ittifakın karşısına Almanları ve Osmanlıyı getirmişti. İngilizler bu konuda çok rahatsızlardı, hatta demiryolunun Kızıldeniz’e de ulaşması planlanırken İngilizlerin muhalefeti ile bundan vazgeçildi.
Dünya siyasetinin hızı, zamanın hızından daha fazlaydı. Kutuplaşmalar, kamplaşmalar, gerilen ilişkileri daha da ileriye taşıyarak 1914’de 1. Dünya savaşı başladı. Almanlar için Türklerin kendi saflarında olması çok önemliydi. Osmanlıysa 19. yy’da Avrupa’daki büyük devletlerin kamplaşmasından faydalanarak yeri geldiğinde -toprak dâhil- tavizler vererek bir denge politikası takip ediyor ve böylelikle varlığını sürdürmeye çalışıyordu. İmparatorluğun bir taraftan ordu ve donanmasını yeniden yapılandırırken diğer taraftan da iki bloğa ayrılan Avrupa’da yalnız kalmamak için bir takım diplomatik girişimlerde bulunmaya başladı. Kaldı ki herkes gibi Osmanlının da önünde iki alternatif vardı: Ya İtilaf Devletleri safına katılacak ya da İttifak Devletleri yanında yer alacaktı.
Başlarda Fransa ve İngiltere ile ittifak yolları arandı, fakat zaten bu iki ülkenin savaşa girmelerinin ana sebeplerinden biri Osmanlı topraklarını ele geçirmekti. Bu gerçek iyice belli olunca Osmanlı Devleti 2 Ağustos 1914’de Almanya ve Avusturya-Macaristan devletleriyle ittifak anlaşması imzaladı. Anlaşmada taraflardan biri savaşa girdiğinde diğerinin de savaşa girme şartı var. Anlaşmanın imzalanmasından bir gün önce Almanya, Rusya’ya savaş açtığı için Osmanlı’nın da savaşa girmesi gerekiyordu; fakat dönemin Osmanlı hükümeti “silahlı tarafsızlığını” ilan etti. Müttefik devletler bu kararı memnuniyetle karşıladılar, hatta savaş süresince kendi açılarından Osmanlı’nın toprak bütünlüğünü koruyacaklarını ve hatta bunu hukuken de taahhüt edebileceklerini duyurdular. Ancak bu taahhütler İstanbul’da oyalama taktiği şeklinde değerlendirildi ve ciddiye alınmadı.
Durumdan işkillenen Almanya hemen bir taktik geliştirdi. Akdeniz’de seyir halindeki Goeben ve Breslau adlı iki destroyer, peşlerine İngiliz donanmasını takarak Çanakkale Boğazı’na gelir ve içeri girmek ister. Gemiler içeri alınır ve İngiliz donanmasına ait filonun boğaza girmeye çalışması halinde batırılacağı söylenir. Yani Osmanlı tarafsızlığını bir anda bozmuş olur. İngilizler durumu protesto ederler. Bu emri Enver Paşa vermiştir fakat ağır sonuçlarını fark eden İstanbul diplomasisi vaziyeti toparlamak için bu gemilerin Almanya’dan satın alındığını, hatta İngilizlerin parasını ödememize rağmen vermedikleri Sultan Osman ve Reşadiye gemilerinin yerine aldığımız şeklinde de bir gerekçe ile atıfta bulunurlar. Her şey Almanların istediği gibi gitmektedir, hemen Goeben ve Breslau donanma envanterine kaydedilip isimleri Yavuz ve Midilli olarak değiştirilir, bu iki geminin komutanı olan Alman Amiral Souchon da donanma komutanlığına getirilir. 29 Ekim 1914’te Rus limanlarını ve burada bulunan gemileri topa tutar. Bu saldırı üzerine 1 Kasım’da Rusya Osmanlı Devleti’ne savaş ilan eder.
Bundan sonraki süreci biliyorsunuz, Goeben ve Breslau’yu kovaladıktan sonra Çanakkale Boğazı’nda bekleyen İngiliz ve Fransız donanması, 3 Kasım 1914’de boğazdaki tabyaları bombalamaya başlar. Çanakkale Savaşı tarihteki kan ve acıyla dolu yerini alır, sadece bu cephede zafer kazanan Osmanlı ve itilaf devletleri, diğer 7 cephenin hepsinde savaşları kaybetmiş, toplam 1.500.000 şehit vererek savaş sona ermiştir.
Bunları neden anlattım biliyor musunuz? Almanya ile bugün yaşadığımız sürtüşme ve gerilimi izledikçe hep aklıma dün yaşadıklarımız geliyor. Galiçya Cephesi vardır savaştığımız bu savaşta, Galiçya nerede biliyor musunuz? Ne işimiz vardı Karpat dağlarında? Macaristan sınırında Avusturya ordusuna destek vermek için Ruslara karşı savaşırken anavatan kan ağlıyordu. Kimse sormaz neden Çanakkale savaşı, bir deniz savaşı olarak Alman donanması tarafından Akdeniz’de yapılmamıştır? Çanakkale’de yaparsanız parayla yaptığınız gemileriniz zarar görmez, çünkü Türk askeri bedavadır!
Şimdi Almanya’dan turist gelmeyecekmiş ve biz turizmciler kan ağlayacakmışız. Hürriyetinizi parayla ipotek etmeye razıysanız ve turizm anlayışınız buysa, batsın bu ülkenin turizmi! Beni siyaset, politikacı şu parti bu parti ilgilendirmiyor. Türkiye demokratik olmadığı için mi eleştiriliyor? Peki Anadolu İslam Cumhuriyetini Almanya’da ilan eden Cemalettin Kaplan’dan tutun da yıllardır Almanya’yı 2 vatan yapan PKK’lı bölücülere, bugün Fetö’nün hainlerine kapılarını ardına kadar açan Almanya bunları demokrasi adına mı yapmıştı? Önce Vatan kardeşim Önce Vatan!