Thomas Hobbes’un Leviathan’ında işlediği bir kavram vardır “homo homini lupus-insan insanın kurdudur”. İnsanın kendi varlığını korumak için sürekli diğerleriyle bir savaşım içinde olması yani.
İnsanı kurda dönüştüren, üç temel savaş nedeni vardır; kazanç, güvenlik ihtiyacı ve şöhret.
Biz turizmcilerin bu teoremden almamız gereken bazı ilhamlar olmalıdır. Turizmcinin kurdu kimdir? Patronlar mı? Hükümetler mi? Belediyeler mi? STK’lar mı? Yoksa aynı işi yapan kendi meslektaşları mı?
Bence D şıkkı!
“Ne zaman yorulacaksınız meslektaşlarınızın arkasından konuşmaktan?
Ne zaman utanacaksınız dedikodularınızdan, gerçekten merak ediyorum.
Bıkmadınız mı insan eti yemekten?
İnsan insanının kurdu mudur hep?”
‘Her işten ayrılan genel müdür ve ekibi becerememiştir ve yapamamıştır’ ya da ‘her yeni göreve başlayan müdür öncekinin kuyusunu kazmıştır’ ya da ‘yalakadır’ söyleminden vazgeçin.
‘Kendinden önceki herkes yetersizdir ve kendinden sonra gelen herkes haindir’ klişesinden bir sıyrılın artık.
“En korkunç canavarlar ruhlarımızda gizlenenlerdir!”. Dürüst olalım. Dürüst ve makyajsız gerçekliğiyle kişiliklerimize inşa edilmiş gerçek kimliklerimizle çıkalım toplumun karşısına.
Meslektaşlarınıza ve paydaşlarınıza karşı lütfen içtenlikli olun. Kendinizden zayıflara karşı kollayıcı, bayan meslektaşlarımıza karşı objektif ve destekleyici olunuz. ‘Zulüm ile abad olanın akıbeti berbat olur’ der Yunus Emre.
En büyük zulüm, meslektaşlarınızın uğradığı hakaretlere, haksızlıklara, tacizlere, iftiralara “dur belki bize buradan iş çıkar” diye ellerini sıvazlamaktır. Yapmayın.
Lütfen dürüst olun ve sorulması gereken soruları sorun. Bir otel bir genel müdüre nasıl açtırılır ve nasıl mobbing uygulanarak yarı fiyatına bir başka genel müdüre ya da açık öğretim mezunu köyden gelen bir yeğene teslim edilir? Bunları sorun.
Biz POYD’a bu yüzden dahil olduk, bu yüzden çalışıyoruz. Meslektaşlarımıza destek olmak; işsiz kalan dostlarımıza iş bulmak, meslekte bayan ayrımcılığına dikkat çekmek, adil olmak için yola çıktık. Mesleğe hizmet eden üniversitelere, basın kuruluşlarına el uzatmak aynı yolda yürüyen iyiniyetli herkesle işbirliği yapmak, fayda üretmek için, hoşumuza gitmeyen ya da başarılarını kıskandığımız meslektaşlarımıza dil uzatmak için değil.
Mesele kime ve neye hizmet ettiğin değil; mesele savunduğun ideallerin kaç okka adamı olduğundur.
Sudan bahanelerle ekmeğinden edilen kaç arkadaşınız vardı EMİTT fuarında haberiniz var mı ya da kaç tanesi aylar sonra hele şükür deyip daha yeni bir işe başlayabilenlerdi? Ateş düştüğü yeri yakıyor, hissedebiliyor musunuz?
Bu mağduriyetleri yaratan kişi ve sebeplerle savaşın önce, adaletsizliğe kaldırın bir kere de sopanızı; ne diyor Nazım usta:
“İlerleyen aydınlığın içindeyim
Ellerim iştahlı, dünya güzel.
Gözlerim doyamıyor ağaçlara
Ağaçlar öyle ümitli, öyle yeşil.
Güneşli bir yol gidiyor dutlukların arkasından
Mapushane revirinde penceredeyim.
Duymuyorum ilaçların kokusunu,
Bir yerlerde karanfiller açmış olacak.
İşte böyle Laz İsmail,
mesele esir düşmekte değil,
teslim olmamakta bütün mesele!”