Yeşilin Gerçek Şehri: Giresun
”Coğrafya derslerinden aklınızda kalan en temel öğreti nedir?” diye sorarsam ne dersiniz?
Söylediklerinizin içinde mutlaka ”Ege’de dağlar denizler dik uzanır;
Karadeniz bölgesinde ise dağlar denize paraleldir” klişesi vardır. Okulda Türkiye haritasını çizerken işte bu ada ve yarımadaları ile dolu Ege kıyılarını ise çok kısa zamanda çizerdim. Ölçeğin azizliğinden olsa gerek Karadeniz’i çizerken hep bir detayı atlardım. Roma ve Bizanslıların Kerasus adını verdikleri o yarımadayı…
Hırçın Karadeniz’in dalgalarıyla dümdüz ettiği kıyılarında, kendinde özgü bir yarımadacık belirir. İşte Romalılar, hırçın Karadeniz’e inat bu boynuz gibi denize doğru uzandığından verdiler bu ismi yarımadaya. Günümüzde ise Giresun; Yeşil Giresun.
1997 yılının bir Eylül günü babamın vazifesi için taşındığımız Giresun’a ilk nasıl girdim, anımsayamıyorum, fakat seneler sonra İstanbul’dan bin kilometrelik bir araba yolculuğu sonunda Giresun’ a özlemle girdiğim o akşamı çok iyi hatırlıyorum. Gerçekleştirdiğim seyahatime İstanbul’dan başlamış, sırasıyla Gerede, Tosya, Merzifon ve Samsun üzerinden Ünye ve Ordu’dan geçerek Giresun’a ulaşmıştım. Otelim, tarihi Giresun Limanının içinde yer alan döneminin en ünlü oteli Başar Otel. Şimdilerde adeta ”terk edilmiş” koca liman sahasında garip bir halde duruyor.
Giresun gibi küçük şehirlerde liman oldukça önemlidir. 1999 yılındaki büyük Gölcük depremi öncesinde Karadeniz haşin dalgaları ile koca gemilerin girdiği o limanı dümdüz etmiş, şehrin sahil yollarını tahrip etmiş, limandaki devasal süloları yıkmış ve sahildeki emniyet lojmanlarını da su basmıştı.
Sonrasında liman özelleştirilmiş, limanı satın alan firma gerekli ilgiyi göstermemiş ve gemilerin rotası Trabzon Limanına kaymış. Çocukluğumun hareketli Giresun Limanı ile şimdi otel penceremden baktığım bu harabeyi kıyasladığımda edindiğim bilginin en denli doğru olduğunu anlıyorum.
GİRESUN: FINDIĞIN ANAVATANI
Nazım’ın şiirinde söylediği gibi;
”Memleketim…
Ankara Ovası’nda keçiler,
Kumral ipeksi tüylerin güneşte
parıldaması…
Yağlı ağır fındığı Giresun’un…
Al yanakaları kıpkırmızı Amasya elması.
Ve sonra karasaban
Ve sonra karasığır
ve sonra…
İleri, iyi, güzel her şeyi
Hayran bir çocuk telaşıyla kabule hazır,
Namuslu, iyi, güzel insanlarım.
Yarı aç, yarı tok, yarı esir.”
Çocukluğumun en güzel hatırlarını geçiridğim bu şehirde Nazım’ın bahsini ettiği yağlı tombul fındığı dalından koparıp çokça yemişliğim vardır. Bodur görünümlü ve hep genç kalan bu ağaçların fıstık yeşili ince uzun ve milyonlarca tozcuktan oluşan erkek fındık çiçeğini görünce ilkbaharın geldiğini anlardım. Kırmızı açan dişi çiçekler, erkek çiçeklerin sert rüzgarların dağılan tozcuklarını bekler ve bu harikulade doğa birleşiminden yazın çotanaklar oluşur. Yazın sonunda Türkiye’nin gururlu, fındık yevmiyeciler tarafından toplanır, çuvala konur ve harmanlarda kurutulur.
Fındık, römorkların ardında çiftçilerin tek tek gezen patos makinesi ile yeşil kabuğundan ayrılır ve kendisine has o güzelim kahve rengi ile harmanları tekrar doldurur. Esas kurutma işlemi şimdi başlar. Şehirde çok az bulunan düz ve boş olan her alanın, çayırın, kaldırımın, caddenin, pazar yerinin üzeri fındıkla kaplanır. Sonrasında bu müthiş serüven depolarda son bulur. Uygun fiyatını bulana kadar kimsi deposunda bekletir, kimisi de emeğinin karşılığını alamadığını düşünür sonraki seneye kadar fındığı satmaz.
Atatürk öngörmüştü: Dünya fındık üretiminin yüzde 75’i karşılayan Türkiye
Atatürk her konuda ilerici bir Türkiye istiyordu. Bunun olabileceğine inanmıştı. 1925’te fındıktan aşar vergisi kaldırdı, 1927 yılında fındık fidanlarının ihracatı yasakladı. 1930’da İş Limited Şirketi kuruldu ve fındığıın ticareti daha ileri bir safhaya taşındı. Ankara’da 1’nci Ulusal Fındık Kongresi toplandı. Kongre’de fındığın kalite ve standardizasyon konusunda önemli kararlar alındı ve Fındık Nizamnamesi yürürlüğe girdi. 1936’da bu doğrultuda Giresun’da Fındık Araştırma Enstitüsü kuruldu. 1937 yılında TBMM açılış konuşmasında Atatürk, ”Önümüzdeki yıl fındık başta olmak üzere diğer ürünlerimizi de ilgilendiren birlikler kurulmalıdır” dedi. Bunun akabinde 1938’de Fındık Satış Kooperatifi (FİSKOBİRLİK) kuruldu.
Atatürk’ten sonra fındığa verilen önemi şöyle anlayabiliriz: İlki 1937 ‘de düzenlenen Ulusal Fındık Kongresi’nin ikincisi 1957’de, üçüncüsü ise 2004’de düzenlendi.
Değerli okur, bu bilgilerin neden paylaştığımı size anlatayım. Giresun fındıksız olmaz. Bu coğrafya için fındık bu kadar önemli de peki bu mahsül Türkiye için ne ifade ediyor? Türkiye dünya fındık üretiminin yüzde 75’ini işte bu topraklarda sağlıyor. Dünya fındık iracatının da yüzde 75’i yine bizler tarafından sağlanıyor. Ülkemizde 4 milyon insanıın doğrudan geçim kaynağı fındık.
Nasıl ki Detroit gidince arabalardan bahsediyoruz, Giresun’a gidince de fındıktan bahsediyoruz, Giresun’a gidince de fındıktan bahsetmemek olmaz.
FINDIKTAN SONRA GİRESUN
Giresun’un ikinci bir karakteristik özelliği doğal yarımamdası. Şehri ikiye bölen bu yarımadanın tepesinde görkemli Giresun Kalesi bulunur. Doğu ve batı Giresun’u hayranlıkla izleyeceğiniz Giresun Kalesinin en tepesinde İstiklal Harbi kahramanlarından Topal Osman Ağa’nın anıt mezarı vardır.
Bu yeşil şehrin üçüncü karakteristik özelliği ise Karadeniz’in tek adası olan Giresun Adası’dır. Efsaneye göre bu ada Gedik Kaya Tepesi’nin zirvesinden kopmuş ve yuvarlanarak Karadeniz’e düşmüş. Hakikaten de Giresun Kalesinin zirvesinde adaya doğru bakıp başınızı hafif sağa doğru çevirirseniz kocaman bir tepe görürsünüz. Bu tepenin zirvesi gediktir ve tam da adanın şeklindedir.
Giresun denilince yaylaların yazmamak olmaz. En ünlüsü Kümbet Yaylası’dır. Bununla birlikte Bektaş ve Kulakkaya yaylaları da vardır. Kümbet Yaylası bin 640 metre rakımdan bir cennettir. Ben orada aldığım, tattığım havayı dünaynın başka hiçbir yerinde solumadım. Mutlaka gitmenizi, görmenizi tavsiye ederim.
ŞİMA’DAN YAPILAN YAPILARIYLA GOGARA MAHALLESİ
Giresun’da görrülmesi gereken yerler içinde meşhur Gazi Caddesi de bulunur. Bu cadde tarihi Giresun belediye binası ile başlar ve dik bir yokuş olarak karşınıza çıkar. Caddeyi çıkıp tabelaları takip ettiğinizden çınarlarla kaplı Giresun Kalesi yolunda bulursunuz kendinizi. Ara sokakların birinde ‘Giresun gevreği’ pişiren bir de simit fırını bulursanız harikulade bir şehir turu deneyimine eşsiz bir de lezzet katmış olursunuz.
Kaleden aşağı inerken yolunuz tarihi bir mahalleden geçer. 1840’lı yıllardan kalma evleri ile zeytinlik (Gogara Mahallesi) görülmeye değer bir mahalledir. Evleri şima denilen ve yumurta akı, kireç ile su karışımında yapılan bir harç ile inşa edilmiştir. Eskiden kalelerin yapımında da bu harç kullanılmıştır. Bu mahallede her bir ev, bir diğerinin manzarası ve hava dolaşımını engellemeden inşa edilmiştir. Avrupa’ya fındık götüren gemilerin getirdiği ithal malzemeler ile yapılmış bu evlerde Marsilya limanında getirilen kırımızı kiremitler ayrı bir güzelliğe sahip.
1700’lü YILLARDA BUGÜNE
Gogora sahile indiğinizde ise kentin kadim müzesini görürsünüz. Giresun Müzesi, Gogora mahallesinin kilisesi olarak inşa edilmiş. 18’inci yüzyılda ünlü bir Ortodoks kilisesiymiş. Cumhuriyet yıllarına kadar kilise olarak kullanılan yapı, 1948-1967 yıllarda arasında cezaevi olarak kullanılmış. 1988’den beri ise müze konumunda. İçerisinde eski Tunç Çağı, Hitit, Helenistik, Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı dönemlerine ait eserler, taş kabartmalar, silah giysi ve para örnekleri sergilenmektedir.
GİRESUN MUTFAĞI VEGAN KÜLTÜRE KATKI SAĞLAR MI?
Giresun kültürünün yemekleri… Ah, Türkiye hiç bir yerinden lezzetine erişemediğim Giresun kapalı pidesi! 2015’te bu şehre yolculuğumda ilk işim bu harikulade lezzete kavuşmak oldu. Küçük birizciyken arkadaşlarımla keşfettiğimiz İkram Pide, ailemden ayrı yaptığım ilk gastronomi keşfiydi. İkram Pide halen Giresun’un en lezzetli pideleri yapıyor.
Şehrin ‘’dible’’ isminde harikulade bir yemeği vardır. Bu dible öyle yöresel bir üründür ki, Türkiye’de onca şehirde onca Karadenizli gördüm sadece iki kişi diblenin ne olduğunu bilip, ona olan özlemini dile getirdi. Dible iki türlüdür. Biri karalahanadan yapılır, diğeri de taze fasülyeden. Meşhur olanı fasülye diblesidir. Tereyağı ve fındık yağı karışımında kavrulan soğan ve fasulyeye domates eklenir ve kavrulur. Bu işlem sona yaklaşırken pirinç atılır ve pirinç şişmeye başladığında karabiber ve tuz ilave edilerek yemek demlenmeye bırakılır. Dible, fındık şehri yeşil Giresun’un bana göre en karakteristik yemeklerinden birisidir.
Peki, sadece bunlar mı? Tüm Türkiye’de alışkanlığımız olan salça, tuz, bol baharatlı, etli, yağlı yemekler… Sanki bunlar olmazsa olmaz yemek lezzetsiz olur algısı ve deneyimine bir tokat gibi karşılık verir Giresunlular. Yemeklerinde salça da et baharat da yoktur. Hem sağlıklıdır hem leziz! Vegan kültürüne sağlam bir katkı yapar bu mutfak.