Su; yaşamımızı sürdürebilmemiz için ihtiyaç duyduğumuz belki de en önemli doğal kaynağımız. Eğer su yoksa hayat yok; yani insan yok, bitki yok, hayvan yok. Bu nedenle suyun yeryüzünde tartışılmaz bir önemi var ve bu önem gittikçe kendini
hissettirmeye devam edecek gibi görünüyor.
Hâlihazırda dünya yüzeyinin %80’i su olmasına rağmen, bu oranın sadece %1’i içilebilir nitelikte. Geri kalan suların %97’si deniz ve okyanuslarda, %2’si ise buzullarda yani donmuş halde bulunmakta. İçilebilir suyun oransal olarak bu kadar düşük olmasının yanında, dünya genelinde dağılımı da dengeli değil. Bazı bölgelerde göllerde, akarsularda önemli miktarda içilebilir su bulunurken, bazı bölgelerde ise yok denecek kadar az. Günümüzde dünya nüfusunun yaklaşık onda biri (658 milyon kişi) temiz suya ulaşamıyor. Bu insanlar hem beslenme sorunları ile karşı karşıya kalmakta hem de temiz suya ulaşamamanın neden olduğu çeşitli bulaşıcı hastalıklarla mücadele etmekte. Bu konuya ilgi çekmek ve farkındalık oluşturmak için Birleşmiş Milletler 22 Mart tarihini Dünya Su Günü olarak ilan etti.
Yukarıda ifade edilen açıklamalar, suyun bilinçli kullanımını sağlama ve israfı azaltmanın önemini ortaya koyuyor. Bununla birlikte bu yazımızın konusu olan Su Ayak İzi, suyun dolaylı olarak israfını da önlemeye yönelik ortaya konmuş bir kavram. Peki, ilk kez duyduğumuzda kulağımıza ilginç gelen, suyun da ayak izi mi olurmuş dedirten bu kavram ne anlama geliyor? Bu kavram ilk kez 2002 yılında UNESCO-IHE kuruluşundan Arjen Hoekstra tarafından geliştirilmiş ve “bir bireyin, toplumun veya iş kolunun su ayak izi; bireyin veya toplumun tükettiği malların ve hizmetlerin üretimi için kullanılan veya üreticinin mal ve hizmet üretimi için kullandığı toplam temiz su kaynaklarının miktarıdır.” şeklinde tanımlanmıştır.
Su ayak izi hesaplanmasında; bireyin veya toplumun tükettiği malların ve hizmetlerin üretimi için hem doğrudan hem de dolaylı olarak kullanılan temiz su miktarı temel alınıyor. Bu hesaplamaya buharlaşan veya kirletilen su miktarı da dâhil ediliyor ve olaya bu açıdan bakıldığında, su ayak izinin üretimi de tüketimi de ilgilendirdiği anlaşılıyor.
Günlük yaşamda yediğimiz ya da içtiğimiz besinlerin, kullandığımız gıda dışı diğer ürünlerin doğaya belirli bir maliyeti var ve bu maliyet su ayak izi ile ölçülüyor. Sözgelimi, bir kafeteryaya gidip kendimize bir fincan kahve söyledik. Fincan 20 santilitre kapasitesinde ise biz burada sadece o miktarda su tükettiğimizi düşünüyoruz. Ancak gerçekte o kadar suyu mu tüketmişizdir? Kesinlikle hayır. Burada doğru hesaplamayı yapabilmek için devreye su ayak izi giriyor. O kahvenin sadece pişirilmesinde kullanılan su miktarı değil, üretiminde kullanılan su miktarının da hesaplanması önemli hale geliyor. Yapılan hesaplamalara göre, bir fincan kahve yapmak için kullanılan kahve çekirdeğinin yetiştirilmesinde ihtiyaç duyulan su miktarı yaklaşık 200 litre. Ayrıca kahveye eklenen şeker veya kremanın üretiminde de ciddi miktarlarda su kullanılıyor. Dolayısıyla biz 20 santilitrelik kahveyi içiyoruz ancak aslında su ayak izi hesabına göre en az 200 litrelik temiz su harcanmasına neden oluyoruz. Benzer şekilde bir kilo dana etinin üretilmesi için harcanan su miktarı; dananın hayatı boyunca tükettiği su miktarı, yediği yemlerin üretilmesinde harcanan su miktarı ve kesiminden sofraya gelene kadar tüketilen su miktarı da dâhil olmak üzere yaklaşık 15.000 litreye denk geliyor. Yani 200 gramlık bir biftek yediğimizde toplamda 3.000 litrelik temiz suyun tüketilmesine neden oluyoruz. Bu hesaplamalar kahve içilmesin ya da et yenmesin mesajı vermek için yapılmıyor. Tam aksine tüketimin yapılması destekleniyor ancak su ayak izinin ve israfın azaltılmasına dikkat çekilmeye çalışılıyor.
Dünyada ülkelerin su ayak izi miktarları da birbirinden farklılık gösteriyor. Örneğin, su ayak izi dünyanın üretim merkez üssü olan Çin’de kişi başına 700 metreküp iken, ABD’de 2.500 metreküp dolaylarında seyrediyor. Ülkemizde ise bu değer 2000 metreküpe yakın bir değere denk geliyor.
Su ayak izini turizm ile ilişkilendirdiğimizde, işin tüketim tarafında önemli bir tablo ile karşılaşıyoruz. Düşünsenize dünya genelinde sadece uluslararası seyahate katılan kişi sayısı 1.3 milyar kişi. İç turizm faaliyetlerine katılanlar bunun misliyle daha fazlası ve bu seyahatlerde tüketilen başta gıda maddeleri olmak üzere çok sayıda ürün bulunuyor. Bu ürünlerin bilinçsiz tüketimi ya da hiç tüketilmeyip tamamen israf edilmesi su ayak izinde büyük bir atışa neden oluyor ve temiz su kaynaklarını ciddi bir biçimde tehdit ediyor. Özellikle her şey dâhil sistemi uygulayan işletmelerde israfın daha fazla olduğu göz önünde bulundurulduğunda, bu konuda gereken tedbirlerin alınmasının gerekliliği açık bir biçimde anlaşılıyor.
Bu çerçevede aklımız gelen soru “Su ayak izimizi nasıl küçültebiliriz? oluyor. Öncelikle ev ve işyerlerimizde su tasarrufu sağlayan uygulamaları benimsememiz gerekiyor. Temiz su kullanımının oransal olarak en büyük diliminin tarımda olması, sulamada gerekli tedbirlerin alınmasını zorunlu kılıyor.
Turizm sektöründe ise özellikle turistlerin seyahatleri süresince kullandıkları gerek ulaştırma araçlarında, gerekse konaklama tesislerinde su ayak izini azaltıcı uygulamalara başvurulması gerekiyor. Daha da önemlisi üreticilerin ve tüketicilerin bu konuda bilinçlendirilmesi önemli hale geliyor. Bu sayede turizmin de sürdürülebilir bir anlayışla gerçekleştirilmesine katkı yapılması mümkün görünüyor..
Yazımı, suyun önemini daha da hissettirdiği şu sıcak yaz günlerinde atasözü ve deyimlerden oluşturduğum şöyle bir sözle bitirmek istiyorum:
Su hayattır der ancak su ayak izini azaltma konusunda suya sabuna dokunmaz isek; suyumuz ısınır, yeryüzü tüm insanlığa cehennem olur.
Saygılarımla…