
Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 15
Kartalkaya Yangını ve Otel Güvenliği Üzerine Bir Hatırlatma
Tüm ülke, geçtiğimiz günlerde gerçekleşen hazin Kartalkaya’daki otel yangını felaketiyle sarsıldı. Böylesine büyük bir sorumsuzluk ve ihmal nedeniyle 78 canımızı kaybettik. Allah’ın rahmeti üzerlerinde olsun, ailelerine sabır diliyorum.
Bu, Türkiye’nin turizm ülkesi imajına gölge düşüren, gözünü para hırsı bürümüş bazı otel patronlarının gerekli güvenlik tedbirlerini almamış olmasından kaynaklanan bir felakettir.
Hilton’da yetişmiş ve ardından birçok üst segment otelde üst düzey yöneticilik yapmış olan Kamil Berk’in, TurkiyeTurizm.com sitesinde yayımlanan “Kartalkaya’dan Ders Çıkarıyor Musunuz?” başlıklı yazısını tüm otelcilerin okumasını tavsiye ediyorum. Kamil Berk, bu yazısında önemli bir noktaya dikkat çekerek, yangın güvenliği ve gıda zehirlenmesi konularının, kendisinin yönettiği tüm otellerde en öncelikli konular olduğunu belirtiyor.
Bu titizliği, İstanbul Hilton’daki eğitim ve deneyimlerinden kazandığı aşikâr. O dönemde Hilton’da yangın tatbikatları periyodik olarak yapılırdı. Yangın alarmları çalınır, otelde kalan tüm misafirler tahliye edilerek bahçeye alınırdı. Otelin oluşturduğu yangın timleri, tatbikatlarda öğrendikleri gibi hızla görev yerlerine koşar, teknik ekip ise baş mühendisin talimatlarıyla yangın senaryosuna uygun şekilde müdahalede bulunurdu.
Tatbikatın ardından, misafirlere bunun bir acil durum tatbikatı olduğu açıklanır ve kendilerine ikramlar yapılırdı. Genellikle bu durum bir şikâyet yaratmaz, aksine misafirler bu bilinçli hazırlık sürecinden memnuniyet duyduklarını ifade ederlerdi.
Kamil Berk, Hilton’daki yiyecek ve içecek müdürlüğü görevinden sonra Divan Oteli’nde Genel Müdür olarak çalıştı ve bu güvenlik uygulamalarını ve tatbikatları orada da aynı şekilde devam ettirdi. Zaman zaman itfaiye eğitmenleri de gelip personeli eğitirdi.
Bugün, bu tür eğitimlerin kaç otelde düzenli olarak yapıldığını veya ne sıklıkla uygulandığını bilmiyorum… Ancak oranın yüzde birden fazla olduğunu sanmıyorum.
Kaybettiklerimizi Unutmamak…

Yazılarımı sürekli takip eden eski Hilton çalışanı dostlarım, bir önceki yazımda sadece belirli departmanlardan kaybettiklerimizi anmam konusunda haklı bir sitemde bulundular. Aslında hepimiz büyük bir aileydik ve ben o dönemde Hilton’da çalışırken gerçekten öyle hissediyordum.
Bu vesileyle, Hilton ailesinden kaybettiklerimizi bir kez daha anmak ve hatırlatmak isterim:
Mutfaktan:
- Otelimizin ilk Türk aşçıbaşısı Aybek Şurdum
- Ali Tombul
- Süleyman Öztoprak
- Raşit Doğruer
- Burhan Yılmaz
- Kamil Usta
Ön Bürodaki dostlarımızdan:
- Kadri Aynar
- Cüneyt Çav
- Kahraman Artun
- Bedi
Yiyecek ve İçecek departmanından:
- Birkaç yıl önce Kasım Zenel
- Kısa bir süre önce Ziya Kocainan
Allah hepsine rahmet eylesin…
Otel içi evliliklerden unuttuklarım olduğunu fark ettim…
Onları da hatırladığım kadarıyla tamamlamak isterim. Kasım Zenel, Arzu ile evlenmişti ve eski aşçıbaşılarımızdan Hartmudh Noack ise Hülya ile evlenmişti. Kasım Zenel ve Ziya Kocainan, Yiyecek ve İçecek bölümünde müdür yardımcısı olarak görev yapıyorlardı.Restauranta değişik bir şarap menüsü tasarlamak istiyordum…


Kar Fırtınası & Yeni Bir Şarap Menüsü
Bir dönem, restoranda farklı ve dikkat çekici bir şarap menüsü tasarlamak istiyordum. Bunun için satın alma departmanına, şarap firmalarından şaraplarının ön etiketlerini istemelerini, bunlarla bir menü hazırlayacağımı söylemiştim. Çoğu firma da taleplerime karşılık vererek etiketleri göndermişti. Ancak, işin yoğunluğu nedeniyle bir türlü menüyü hazırlayamamıştım.
Bir gün, şehirde aşırı bir kar yağışı olmuş, trafik felç olmuştu. Akşam saatlerinde birçok kişi evine gidememişti. Neyse ki otel servisleri çalışıyordu. Müdür pozisyonundaki kişilere, restoranda yemek yiyebilecekleri bildirildi.
Aslında sadece üst düzey müdürlerin restoranda officer check ile yemek hakkı vardı. Alkollü içecekler için ise Entertainment check denilen bir hesap açılması gerekiyordu. Ancak o gece, Kasım Zenel ve Ziya Kocainan da evlerine gidemeyenler arasındaydı ve akşam yemeği için restorana gelenlerdendi.
Normalde alkollü içki almamaları gerekirdi, fakat Ziya ve Kasım bu kurallara pek uymazlardı. Önce biraz sarı votkama saldırdılar, sonra Ziya, “Yahu kırk yılın başı burada yemek fırsatımız oldu, şu senin Kavaklıdere Özel Kav şarabından bir şişe yollasana,” dedi.
Kırmadım, bir şişe yolladım. Tabii yetmedi, bir şişe daha istediler. O sırada aklıma bir şaka yapmak geldi. Menü için topladığım etiketlerden Kavaklıdere’nin en ucuz şarabı olan Dikmen şarabının üzerine, Kavaklıdere Özel Kav şarabının etiketini yapıştırdım ve öyle yolladım. Yetmedi, bir şişe daha istediler, yine aynı şekilde gönderdim.
Yemek sonunda, onları yolcu ederken sarılıp öptüler ve büyük bir keyifle teşekkür ettiler. Ziya, “Sayende harika bir şarap içtik,” dedi. Ben ise içimden gülerek, “Afiyet olsun beyler” demekle yetindim.
Bazen işin içinde biraz şaka da olmalı, değil mi?
Bir Tesadüf, Bir Jest ve Unutulmaz Bir Hediye
Eskiden hobi olarak yağlı boya resim yapardım… Hâlâ evimin duvarlarında kendi yaptığım tablolar asılıdır. Resim malzemelerimi, yani boya, tuval ve fırçalarımı Tünel’deki sevdiğim bir kırtasiyeden alırdım. Tünel girişinin köşesinde, büyük ve kaliteli ürünler satan bir kırtasiye dükkânıydı.
Yine bir gün alışveriş için oraya gitmiştim. Dönüşte Taksim’e kadar yürümeye karar verdim. Beyoğlu Caddesi’nde yürümeyi severdim; Tünel’den Taksim’e kadar olan yol, her zaman hoşuma gitmiştir. Yolda yürürken, bir ara fark ettim ki Oslo Kürk Evi’nin önünden geçiyorum. Vitrine göz gezdirirken, dükkânın kapısı açıldı ve içeriden Bedros Bey çıktı. Oslo Kürk Evi’nin sahibi ve aynı zamanda restoran müşterimdi.
Beni görünce gülerek, “Gel içeri, sana bir çay ısmarlayayım,” dedi ve içeri davet etti. Biraz sohbet ettikten sonra, vitrindeki bazı ürünlerin fiyatlarını sordum. “Hayrola?” dedi.
“Eşime bir hediye almak istiyorum,” dedim. “Öyle hesaplı bir şeyiniz var mı, merak ettim.”
Bunu duyunca hafif sinirlenmiş gibi yaptı:
“Oğlum, bakkaldan ekmek mi alıyorsun? Öyle bir niyetin varsa, hanımını getireceksin, o bakacak, deneyecek. Kürk dediğin şey ancak öyle alınır,” dedi.
Yine de merak edip ortalama fiyatlarını sordum. Söylediği rakamları duyunca ilk düşüncem “Beni aşar” oldu. “Tamam, bir ara eşimi getiririm,” dedim ama gitmedim.
Gecikmiş Bir Davet ve Bir Kürk Hikâyesi
Bir süre sonra, yaklaşık bir ay kadar geçmişti ki, Bedros Bey bir grup arkadaşıyla restorana yemeğe geldi. Beni görünce biraz sert bir ifadeyle, “Neden getirmedin hanımını?” diye sordu.
“Fırsat olmadı, bir gün getiririm,” dedim.
O ise kesin bir dille, “Bugün Cumartesi… Pazartesi bekliyorum!” dedi.
Pazartesi günü eşimle birlikte dükkâna gittik. Bizi mağazanın üst katına çıkardı, oturtturdu ve kahve ikram etti. O sırada, üst katta manken gibi iki genç kadın, kürkleri giyip önümüzde yürüyerek sunum yapıyorlardı. Suzan, birini çok beğendi. Denedi ve ona gerçekten çok yakıştı. Ben ise içimden “Acaba taksit yapar mı?” diye düşünüp duruyordum.
Suzan’ın beğendiği kürk, Pat Astragan denen bir modelmiş. Çift taraflı giyilebiliyormuş; yağışlı havalarda ters çevrilip kullanılabiliyor ve astar olarak dikilen iç yüzeyi su geçirmezmiş.
Kürk paketlendi. “Abi, borcum ne kadar?” diye sordum.
Bedros Bey, yüzüme bakıp gülümsedi:
“Oğlum, ben kızımı çok sevdim. Eğer kabul edersen, benim hediyem olsun.”
Şaşkınlıktan ne diyeceğimi bilemedim. O sırada ekledi:
“Önümüzdeki Pazartesi günü Rumeli Caddesi’nde yeni bir şube açıyorum. Sen de kızını al gel, hem açılışa yardımcı olursun.”
Oslo Kürk Evi’nin Açılışı ve Beklenmedik Bir Jest Daha
Pazartesi günü, Bedros Bey’in daveti üzerine eşimle birlikte açılışa gittik. Osmanbey’den Rumeli Caddesi’nin girişinde bir mağaza açmıştı. Aslında yardımıma ihtiyacı yoktu, her şeyi zaten ayarlamışlardı. Ancak yine de güzel bir açılış oldu. Açılışa, tanıdık simalar da gelmişti; Roof Rotisserie müşterilerim de davetliler arasındaydı. Onlarla selamlaşıp sohbet ettik, eşimle tanışıp bizleri övdüler.
Bu arada, mağazada satışlar da devam etti. Açılış daveti sona erdiğinde, vedalaşmak için yanına gittik.
Tam çıkarken Bedros Bey, “Siz bekleyin,” dedi. “Herkes gitsin, siz ev sahibisiniz.”
Bekledik. Birkaç dakika sonra, mağazadaki mankenlerden biri üstünde bir kürkle yanımıza geldi.
Bedros Bey gülerek, “Bu da beni kırmayıp buraya geldiği için kızıma hediyem olsun,” dedi.
Suzan’ın şaşkın bakışları arasında, tilki kürkü olduğunu öğrendiğimiz bu özel hediye, astarına işlenmiş “Suzan” ismiyle tamamlanmıştı.
O gün, hem unutulmaz bir jestin hem de gerçek dostlukların ne kadar kıymetli olduğunu bir kez daha anlamıştım.
Restoran müşterilerimizden biri de Demir Bey’di. Arada eşiyle birlikte gelir, keyifli vakit geçirirlerdi. Bir gün, üzerine benim ve eşimin isimlerinin işlendiği bir Türk kahvesi fincan seti hediye getirmişti. Bu ince düşüncesi beni çok mutlu etmişti.

Bir Müşteri Önerisi ve Servis Standartlarında Değişim
Bir akşam, restorandaki set üstündeki masalardan birine tek başına gelen bir beyefendiyi oturtmuştuk. Siparişini verdi ve içecek olarak bira istedi. Garson, birayı açıp bardağına doldurdu ve servis etti.
Birkaç dakika sonra, yanından geçerken bana seslendi:
“Bakar mısınız?”
Yanına gittim. Hafif ciddi bir ifadeyle, “Bira servisiniz yanlış,” dedi.
Şaşırarak “Nasıl yani?” diye sordum.
Açıklamaya başladı:
“Bira bardağı, önceden buzdolabında soğutulmuş olmalı. Ayrıca, bırakın müşteri kendi birasını kendisi bardağa koysun. Kimi köpüklü sever, kimi köpüksüz. Bırakın istediği gibi bardağa doldursun.”
Söyledikleri oldukça mantıklı geldi. Hemen bu öneriyi uygulamaya koymaya karar verdim. O gece, Bar Supervisor’ımız rahmetli Yaşar Güler ile konuştum ve oteldeki tüm birimlerde bira bardaklarının soğutulmasını ve servisin bu yeni yöntemle yapılmasını sağladık.
Bu öneriyi yapan müşteri, sohbet sırasında Almanya’da büyük bir bira fabrikasında üst düzey bir görevli olduğunu söylemişti.
Bazen, küçük bir müşteri önerisi bile sektörde büyük bir değişime yol açabilir. Bu olay, servis kalitesini geliştirmek için müşteri geri bildirimlerine açık olmanın ne kadar önemli olduğunu bana bir kez daha göstermişti.
Şarap Servisi & Doktor Misafirlerimiz
Genelde her akşam tek başına gelip set üstü 50 numaralı masada oturmayı tercih eden, otelde konaklayan bir yabancı şirket yöneticisi vardı. Bir akşam, şarap garsonumuz Mevlüt Karagöz’ün servisine sinirlenmiş gibi bir hali olduğunu fark ettim. Yanına gittim ve, “Şarapçım sizi kızdırdı galiba?” diye sordum.
Gözleri hafif öfkeyle parıldayarak, “Evet,” dedi. “İlla ki şarabı sağdan servis etmek için beni rahatsız etmesine lüzum yok. Soldan da servis edebilir.”
Haklıydı. Hafifçe gülümseyerek, “Kusuruna bakmayın. Soldan servis yapınca benim onu azarlayacağımı düşünmüş olabilir,” dedim. O da hafifçe gülerek, “Okey, no problem,” dedi ve böylece işi tatlıya bağlamış olduk.
Yan masada ise, o gece nöbetçi müdür olan Halkla İlişkiler Müdürümüz Mehmet Kunt Bey yemek yiyordu. Yanından geçerken, gözleriyle takdirini göstererek, “Jirayr Bey, tebrik ederim. Müşterinin mimiklerinden bile durumunu kavrayıp müdahale ediyorsunuz,” dedi.
Restoranımızda doktor misafirlerimiz de vardı. Çoğu, şefimiz Orhan Yeşin’in tanıdığıydı. Orhan Yeşin’in sağlık camiasında birçok doktor arkadaşı vardı.
Bana tanıştırdığı doktorlardan bazıları şunlardı:
- Dr. Özgür Polvani
- Dr. Cengiz Aslan
- Beyin cerrahı Mengü Bey
- Hasan Bey (Okmeydanı SSK Hastanesi doktorlarından)
Bu doktorlar zaman zaman restoranımıza gelirlerdi. Hasan Bey, özellikle küçük ikramlarda bulunur, dostça sohbetler ederdi.
Dr. Özgür Polvani ile tanışmamız ise daha özel bir hikâyeydi.
Kendisine bir gün Down sendromlu oğlumdan bahsetmiştim. Bizi muayenehanesine davet etti. Gittiğimizde zeka testleri yaptı ve şöyle dedi:
“Bu durum için herhangi bir ilaç yok. Tek ilacı sevgi ve şefkat.”
Daha önce, bir tavsiye üzerine Tarlabaşı’nda Dr. Kairis adlı bir doktora gitmiştik. O, “Encefabol” isimli, beyin geliştirici olduğunu söylediği bir ilaç vermişti. Ancak, Dr. Özgür Polvani, bu ilacın hiçbir yararı olmayacağını belirtti.
Beni rahatlatmak ve yardımcı olmak için, düzenli aralıklarla görüşüp zeka testleri yapabileceğini ve gelişimi takip edebileceğini söyledi.
Ayrıca, Mengü Bey’e de danışmıştım. O da İsviçre’de denemekte olan bir yöntemden bahsetti, ancak olumlu bir sonuç alınamadığını söylemişti.
Doktor Demir Budak ve Bonafaccio’nun Topik Merakı
Restoranımızda, salonun tam ortasında yer alan büyük, oval ve soğutmalı bir meze masamız vardı. Burada yaklaşık 20 çeşit meze, peynir çeşitleri ve füme balıklar bulunurdu. Self-servis olduğu için, misafirler kendi tabaklarını istedikleri gibi doldururlardı.
Bir gün, Demir Bey’e meze masamızı önerdik. Menüden ana yemeklerini seçtiler, üç şişe şarap içtiler ve tatlı arabasından tatlılarını aldılar.
Hesaplarına, meze masasını altı meze yerine üç meze olarak, üç şişe şarabı ise iki şişe olarak yazdık. Kahvelerini ve tatlılarını da yazmadık.
Hesap istediklerinde, Demir Budak hışımla bana doğru geldi.
“Bu ne yahu? Düzeltin bunu!” dedi sert bir şekilde.
Bu şekilde davranmasına biraz sinirlenmiştim. “Demir Bey, burası Agop’un Meyhanesi değil. Bana kalsa hiç indirim yapmazdım, ama Balo Salonu’ndaki arkadaşlar sizin için ricacı oldu. O yüzden bazı yiyip içtiklerinizi hesaba yazdırmadım. Ki bu bile bana bir suçlama olarak dönebilir,” dedim.
Homurdanarak hesabı ödedi ve gitti. O günden sonra da otele pek uğramaz oldular. Balo Salonu’ndaki arkadaşlar ise “Allah razı olsun, bizi kurtardın,” diyerek rahatladıklarını söylediler.
Bonafaccio’nun Eleştirileri
Meze masasından bahsedince aklıma Hilton Bölge Müdürlüğünden Yiyecek & İçecek Direktörü Mario Bonafaccio geldi. Otele her gelişinde Roof Rotisserie’de uzun saatler geçirirdi ve bazı küçük önerilerde bulunurdu.
Bir gelişinde, meze masamızı incelerken beni çağırdı.
“Biliyorsun, benim eşim de Ermeni. Çok güzel Türk mezeleri hazırlar. Ama senin meze masanda hiçbirini göremiyorum.”
Ben de, “Dolmalar, kısır, patlıcan salatası, işte bunlar Türk mezeleri,” diyerek birkaç çeşidi gösterdim.
Ama Bonafaccio duraksamadan sordu:
“Peki, Topik nerede? Arnavut ciğeri nerede? Beyin salatası nerede?”
Bu sorular, bir sonraki ziyareti için bana bir uyarı olmuştu. Otele tekrar geleceğini öğrendiğimde, mutfağa haber verdim ve Bonafaccio’nun son ziyaretindeki önerilerini dikkate almalarını istedim.
Ancak, mutfak ekibi bir konuda tereddütlüydü:
“Hepsi tamam ama Topik yapmayı beceremeyiz.”
Bunu duyunca aklıma Pangaltı’da seyyar olarak Topik satan Apik Usta geldi. Kendi evime de ondan alırdım; gerçekten çok başarılıydı.
Ertesi gün, işe gelirken Apik Usta’ya uğradım ve 15 tane Topik aldım. Çift kapaklı, oval ahşap bir kutuda, teker teker tülbente sarılı halde teslim etti.
Bunları otele getirdim ve mutfağa verdim. “Akşam meze masasına koyun, Bonafaccio geliyor. Bunu yine sorar,” dedim.
Beklediğim gibi, Bonafaccio o akşam yine meze masasına uğradı ve Topik’i görünce gözleri parladı. Hemen bir tane aldı, tadına baktı ve hayranlıkla,
“Mükemmel! Benim eşimden bile güzel yapmışsınız,” diyerek aşçıları kutladı.
Bunu fırsata çevirerek, daha sonra Apik Usta’yı otele davet ettim. Mutfak ekibimize Topik yapmanın inceliklerini öğretti. Böylece, o günden sonra meze masamızda Topik de yer almaya başladı.
Mustafa Tatlıcı Bey, her gelişinde farklı misafirleriyle restoranımıza gelirdi. Ancak masasında sürekli bulunan, orta yaşlı, sessiz bir beyefendi vardı. Yanından hiç eksik etmediği kocaman bir telsizi olurdu. Genellikle hiç konuşmaz, yemeğini yer ve greyfurt suyunu içerdi.
Zamanla, bu kişinin yabancılar şubesinde üst düzey bir emniyet görevlisi olduğunu öğrendim.
Mustafa Tatlıcı ve Misafirleri
Bir gün, Mustafa Bey’in masasında daha önce hiç görmediğim orta yaşlı bir çift vardı. Her zaman olduğu gibi masanın siparişlerini ben alır, tavsiyelerde bulunurdum. Gittim, siparişleri aldım, önerilerde bulundum.
Tam siparişi alırken, Mustafa Bey misafirine dönüp, “Bu şef de sizden, Jirayr Bey,” dedi ve beni tanıttı. Sonra da, “Bu da Yervant Bey,” diyerek misafirini bana tanıttı. Memnun oldum diyerek tebessüm ettim.
Fakat bir ara fark ettim ki, Yervant Bey uzun uzun yüzüme bakıyor. Siparişleri aldıktan sonra masadan ayrıldım ama arada kontrole gidiyordum. Her şey yolundaydı.
Benim en büyük takıntılarımdan biri, masalardaki kül tablalarının dolu olmamasıydı. Bütün garson arkadaşlarım da bu konuda çok dikkatliydi.
Mustafa Bey, yemeğin sonunda her zamanki gibi giderken, Desk’ime yüklüce bir bahşiş bıraktı. Yeni tanıştığım Yervant Bey ve eşi ise biraz arkada kalmışlardı.
Yervant Bey, Mustafa Bey’in bahşiş bıraktığını görünce, o da deskime yüklü bir para bıraktı. Ancak tam giderken durdu, geri döndü ve eşiyle birlikte yüzüme dikkatlice baktılar.
Birden beklenmedik bir soru geldi:
“Sen, Nıvart’ın oğlu Jirayr mısın?”
Şaşkınlıkla, “Evet,” dedim.
Bunun üzerine Yervant Bey derin bir nefes aldı ve anlatmaya başladı:
“Oğlum, baban sizi bırakıp gittiğinde sen bir yaşında bile yoktun. Ablan da üç yaşlarındaydı. Annen, bizim üst katımızda terzilik yaparak geçimini sağlıyordu. Müşterilere prova yaparken, benim hanımım sana annelik ederdi.”
Bu sırada, Yervant Bey’in eşi de heyecanla bana döndü:
“Sen o musun? Gerçekten Nivart’ın oğlu Jirayr mısın?” dedi.
“Evet,” dedim.
O anda gözleri doldu, bana sarıldı ve öptü.
“Çok tatlıydın! O zaman da sana sarılır, öperdim,” dedi.
O akşam, restorana gelen bir müşteri değil, geçmişten gelen bir bağ bulmuştum.
Yervant Bey ve eşi, o günden sonra restoranın müdavimi oldular.
Olanları anneme anlattığımda, “Nasıl unuturum! Bana çok yardımcı olurlardı,” dedi.
Ama bir şey eklemeyi de ihmal etmedi:
“Ama çok fakirdiler. Yervant, tenekecilik yaparak zar zor geçinirdi. Demek Allah ‘Yürü ya kulum’ demiş,” diye iç çekti.
Bazen, yıllar sonra tanıştığımızı sandığımız insanlar aslında çoktan hayatımızın bir parçası olmuş oluyor…
Çocukluğumun geçtiği ev, üç katlı ahşap bir yapıydı. Giriş katında bir oda, oldukça geniş bir mutfak ve bir tuvalet vardı. O odada yaşlıca bir matmazel yaşardı.
Bir üst katta ise iki oda bulunuyordu. Bu odalardan birinde iki yaşlı kız kardeş otururdu. Diğer odada ise Yervant Bey ve çocukları yaşamıştı. Daha sonra, Sivas’tan İstanbul’a göç eden Yahya Bey, eşi ve üç çocuğu bu tek odaya yerleşmişti.
Evde sadece girişteki tek mutfak ve alaturka tuvalet vardı ve bu alanı üç aile ortak kullanırdı.
Bu yaşam düzeniyle kıyaslayınca, en lüks ve “zengin” aile bizdik. Çünkü bizim iki odamız ve bir holümüz vardı. Dahası, müstakil bir mutfağımız ve tuvaletimiz de bulunuyordu.
Annem, General Electric marka minik bir radyo almıştı. O bile o dönem için büyük bir lükstü. Radyo açıkken evimiz adeta daha büyük, daha modern bir yer gibi hissedilirdi.
- Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 15Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 15 Kartalkaya Yangını ve Otel Güvenliği Üzerine Bir Hatırlatma Tüm ülke, geçtiğimiz günlerde gerçekleşen… Daha fazla okuyun: Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 15
- Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 14Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 14 Bence herkesin çalışma hayatında bir “ilk göz ağrısı” vardır. En sevdiği yer… Çalışmaktan… Daha fazla okuyun: Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 14
- Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 13Yeni bir yıla daha girdik… Her geçen gün, sektör farklı bir yere doğru evriliyor… Geçmiş ise geleceğe ayna tutan en… Daha fazla okuyun: Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 13
- Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 12Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 12 Anılar, yazımın yeni bölümüne başlamadan evvel, gündem haberleri arasında görmüş olduğum Armin Zerunyan’ın… Daha fazla okuyun: Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 12
- Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 11Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 11 İnsan beyni ilginç… Her ne kadar anıları kronolojik bir sıra ile hatırlamaya çalışsanız… Daha fazla okuyun: Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 11
- Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 10BİR ZAMANLAR HİLTONDA – Bölüm 10 Bir önceki bölümde belirttiğim gibi 73’te Captain olmuştum… Her iş yerinde olan şeyler oluyordu… Daha fazla okuyun: Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 10
- Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 9Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 9 Otel personelinin yemekhanesi olan o muhteşem manzaralı Çamlıca Restaurant’tan bahsetmiştim daha önceki yazımızda…… Daha fazla okuyun: Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 9
- BİR ZAMANLAR HİLTON’DA – Bölüm 8Askere gitmemden 2 ay kadar önce fırsatını bulduğum doğru bir anda Headwaiter’imiz Altay beyden bir ricada bulunmuştum. Askerde orduevine girebilme… Daha fazla okuyun: BİR ZAMANLAR HİLTON’DA – Bölüm 8
- BİR ZAMANLAR HİLTONDA – Bölüm 7BİR ZAMANLAR HİLTONDA – Bölüm 7 Terfiden sonra bana bir şevk geldi tabii… Her ne kadar genç de olsam, Hilton… Daha fazla okuyun: BİR ZAMANLAR HİLTONDA – Bölüm 7
- Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 6Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 6 Yıllar hızla akıp gider… Bir bakararsınız ki hızlı ve hareketli bir yaşamdan sonra,… Daha fazla okuyun: Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 6
- BİR ZAMANLAR HİLTON’DA – Bölüm 5 Hilton’da Şadırvan Geceleri…BİR ZAMANLAR HİLTON’DA – Bölüm 5 Hilton’da Şadırvan Geceleri… Yiyecek ve İçecek departmanının bir otelin en zorlu birimlerinden biri olduğunu… Daha fazla okuyun: BİR ZAMANLAR HİLTON’DA – Bölüm 5 Hilton’da Şadırvan Geceleri…
- BİR ZAMANLAR HİLTONDA – Bölüm 4BİR ZAMANLAR HİLTONDA – Bölüm 4 Hilton‘un Derinliklerinde: Oda Servisi Hikayeleri Her geçen gün bir otelin açılmadığı bir dönemdir 60’lı… Daha fazla okuyun: BİR ZAMANLAR HİLTONDA – Bölüm 4
- Bir Zamanlar Hilton’da: Jirayr Zagikyan’ın Anıları – Bölüm 3Bir Zamanlar Hilton’da: Jirayr Zagikyan’ın Anıları – Bölüm 3 Teşekkür Hotel Gazetesi olarak yayımladığımız “Bir Zamanlar Hilton’da” serisinin ilk iki… Daha fazla okuyun: Bir Zamanlar Hilton’da: Jirayr Zagikyan’ın Anıları – Bölüm 3
- Bir de Komi mi Olacağım? Hilton’da 27 Yılın Başlangıcı / Bölüm 2Bir de Komi mi Olacağım? Hilton’da 27 Yılın Başlangıcı / Bölüm 2 Aradaki boşlukları doldurmak adına, aslında 64 senesinde mülakata… Daha fazla okuyun: Bir de Komi mi Olacağım? Hilton’da 27 Yılın Başlangıcı / Bölüm 2
- Bir Zamanlar Hilton’da: Jirayr Zagikyan’ın AnılarıBir Zamanlar Hilton’da: Jirayr Zagikyan’ın Anıları Hotel Gazetesi olarak, siz değerli okuyucularımızı, otelcilik sektöründe yıllarca çalışmış bir duayenin, Jirayr Zagikyan’ın… Daha fazla okuyun: Bir Zamanlar Hilton’da: Jirayr Zagikyan’ın Anıları