Vivian Nereim / New York Times
On yıl önce, ABD’nin eski başkanı Barack Obama ve diğer dünya liderleri, İran’ın nükleer programını sınırlamak amacıyla bir anlaşmaya imza attıklarında, Suudi Arabistan bu durumu büyük bir hayal kırıklığı ile karşıladı. Suudi yetkililer, bu anlaşmayı “yetersiz” bulduklarını belirterek, İran’ı daha da cesaretlendirdiğini ifade ettiler. Ancak, birkaç yıl sonra Başkan Donald Trump’ın bu anlaşmadan çekilmesi, Suudi yönetimi tarafından olumlu bir gelişme olarak görüldü.
Günümüzde, Trump’ın ikinci döneminde, İran ile önceki anlaşmaya benzer müzakerelerin yürütüldüğü bir ortamda, Suudi Arabistan’ın tutumu belirgin bir şekilde değişim gösteriyor.
Suudi Arabistan Dışişleri Bakanlığı, komşu Umman aracılığıyla yapılan görüşmelerin “bölgedeki ve dünyadaki barış için önemli bir katkı sağlamasını” umduklarını ifade etti. Veliaht Prens Muhammed bin Selman, kardeşi Savunma Bakanı Prens Halid bin Selman’ı Tahran’a göndererek, İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’e şahsen bir mektup sundu. (Veliaht Prens Muhammed, daha önce Hamaney için “Hitler bile daha iyi kalıyor” demişti.)
Ne değişti?
Suudi Arabistan ile İran arasındaki ilişkiler son on yılda önemli bir yumuşama sürecine girmiştir. Bu süreçte Riyad, ekonomik çeşitlendirme ve petrol bağımlılığını azaltma hedefi doğrultusunda iş, teknoloji ve turizm merkezi olma yolunda ilerlemektedir. Ancak, bölgedeki gerginlikler nedeniyle İran’a bağlı insansız hava araçları ve füzelerin Suudi hava sahasında dolaşması, bu hedeflerin gerçekleştirilmesini tehdit eder durumdadır.
Washington merkezli Arap Körfez Devletleri Enstitüsü’nden kıdemli araştırmacı Kristin Smith Diwan, “Bugün zihin yapıları oldukça farklı. Obama döneminde Körfez ülkeleri, ABD ile İran’ın yakınlaşmasından ve kendilerinin yalnız kalmasından endişe ediyordu. Trump döneminde ise ABD-İran arasındaki gerilimin doğrudan hedefi olmaktan korkuyorlar” değerlendirmesinde bulundu.
İran ve ABD, Tahran’ın nükleer faaliyetleri üzerine gerçekleştirilen ikinci tur diplomatik görüşmeleri bu hafta sonu tamamladı. Hızla ilerlemesi beklenen müzakerelerin gündemi belirlenmiş durumda.
Trump, müzakerelerin amaçları hakkında net bir açıklama yapmadı; ancak İran’ın nükleer silah edinme çabalarının engellenmesi gerektiğini yineledi. İranlı yetkililer ise devam eden müzakerelerin sonucunda ülkenin nükleer altyapısının sökülmesini gerektirmeyeceğini ifade etti.
Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün, Katar ve Bahreyn gibi Arap ülkeleri bu görüşmeleri memnuniyetle karşılayarak, diplomasiye çatışmayı tercih ettiklerini vurguladılar. Umman Dışişleri Bakanı Badr Albusaidi, sosyal medya platformu X’te, “Bu görüşmeler ivme kazanıyor, artık ihtimal dışı olan bile mümkün” şeklinde bir paylaşımda bulundu.
Görüşmeler, Orta Doğu genelinde artan gerilim mücadelesi içinde devam ediyor: ABD’nin hava saldırıları, Yemen’deki İran destekli Husi milislerini hedef alırken, İsrail Gazze Şeridi’ni bombalamaya devam ediyor.
Geçtiğimiz ay Trump, İran ile bir anlaşmaya varılmazsa İran’ın bombardımana tabi tutulabileceğini duyurmuştu.
İsrail, gelecek ay İran’daki nükleer tesislere yönelik saldırılar planladığını bildirmişti. Ancak ABD yönetiminden ve konuya dair kaynaklardan gelen bilgilere göre, Trump son günlerde İran’ın nükleer programını kısıtlamak amacıyla bir anlaşma yapılması gerektiği yönünde İsrail’e baskı yaptı.
Eurasia Group’un Orta Doğu ve Kuzey Afrika direktörü Firas Maksad, “Körfez Arap Devletleri, ekonomik hedeflerine ulaşmak için kalıcı istikrar peşinde koşan statüko güçleri haline gelmiş durumda. İran’ın istikrarsızlaştırıcı eylemlerinin ve nükleer programının diplomasi ile sınırlandırılmasını tercih ediyorlar” değerlendirmesinde bulundu.
Sünni Müslüman liderliğindeki Suudi Arabistan ile Şii Müslüman çoğunluklu İran, uzun yıllardır bölgedeki çatışmalarda karşıt tarafları desteklemiştir. Yemen’deki iç savaş bunun en belirgin örneklerinden biri olup, bu durum dünyanın en kötü insani krizlerinden birine neden olmuştur.
2016 ile 2023 yılları arasında iki ülke arasında diplomatik ilişki bulunmamakta ve bu süreç boyunca açık bir düşmanlık hâkim olmuştur.
Veliaht Prens Muhammed, İran’ın nükleer silah edinmesi halinde Suudi Arabistan’ın da benzer bir yola gideceğini defalarca dile getirmiştir. Geçtiğimiz günlerde Trump yönetimi, Suudi Arabistan’ın ABD nükleer teknolojisine erişimini sağlamak ve uranyum zenginleştirme izni veren bir anlaşma için görüşmeleri yeniden başlatmıştı.
Ancak 2023 yılında İran ve Suudi Arabistan, Çin’in arabuluculuğunda resmi bir uzlaşma ilan ettiler. Bu tarihe kadar Veliaht Prens Muhammed’in dış politika önceliği, bölgesel çatışmaların yatıştırılmasına odaklanmıştı.
Suudi Arabistan, ABD’nin önemli bir müttefiki olmasına rağmen, İran’ın ABD çıkarlarına yönelik saldırılarda doğrudan hedef olma riski ile karşı karşıya. Coğrafi yakınlık, İran’a bağlı grupların Suudi hedeflerine saldırmalarını kolaylaştırmaktadır.
2019 yılında, Suudi Arabistan’ın kritik bir petrol tesisine yönelik olarak İran destekli bir operasyon düzenlenmişti. Suudi yetkililer, bu olayın ABD ile olan ittifaklarının sınırlarını ortaya koyduğunu ve bu nedenle İran ile diyalogu tercih ettiklerini belirtiyorlar.
Kristin Smith Diwan, “Bugün müzakerelerin potansiyel sonuçları, bölgesel bir savaş riskinden daha çekici görünmekte” açıklamasında bulundu.
On yıl önce Körfez liderleri müzakerelerde dışlanmış hissetseler de bu kez İran, bölgesel ilişkilere daha fazla önem veriyor. Chatham House Orta Doğu ve Kuzey Afrika Programı Direktörü Sanam Vakil, “İlk tur müzakerelerin ardından İran Dışişleri Bakanı, Bahreyn dahil olmak üzere bölgedeki mevkidaşlarıyla iletişim kurdu. İran, bölgesel destek arıyor ve Körfez ülkeleri, müzakereleri desteklemekle birlikte, ekonomik ve ulusal güvenlik çıkarları için herhangi bir gerilimden kaçınmayı amaçlıyor” ifadelerini kullandı.
© 2025 The New York Times Company