Birkaç yıl önce yaptığım Madrid seyahatimde işlerimizi tamamladıktan sonra gezme faslına geçmiştik. Elbette şehrin merkezinde bulunan ünlü Plaza de Espana meydanını gezmeden olmazdı. Karnımız acıktığında burada bir Türk yemeği bulsak da onu yesek diye düşündük ve yaptığımız küçük araştırma neticesinde bir Türk lokantası bulduk. İspanya’nın en yoğun turist akışının yaşandığı bölgeler arasında yer alan bu meydanın hemen yakınında bulunan kebapçı, yediğimiz yemek sonunda yaptığımız değerlendirmede maalesef hijyen, ambiyans ve lezzet açısından çok düşük bir puan alarak sınıfta kalmıştı.
Başka bir seyahatimde, Londra’da pek de lezzetli olmayan İngiliz kahvaltısı ve yemeklerini deneyimledikten sonra bir gün de buradaki Türk yemeklerini tatmak istedik. Dünyaca meşhur, her gün binlerce ziyaretçi alan Britanyalı Müzesi (British Museum) gezimizden sonra Türk lokantası aramaya başladık ve bu bölgede bulunan bir Türk işletmesini test ettik. Yediklerimizin lezzetini vasat olarak değerlendirsek de, hijyen ve ambiyans vasat düzeyine dahi yaklaşamıyordu ve o da sınıfta kalmıştı.
Berlin, New York, Prag, Budapeşte, Viyana, Roma, Paris ziyaretlerimde de çok farklı durumlarla karşılaşmadım. Muhtemelen yukarıda anlattıklarım sizlere de çok yabancı gelmiyordur. Benzer vakalarla çok kez karşılaşmışsınızdır. Yurt dışında bulunan istisnai bazı restoranları hariç tutarak söylemek istiyorum ki maalesef elimizde çok önemli bir mutfak kültürü olmasına rağmen bu işi özellikle yurt dışında çok iyi beceremiyoruz. Birçok alanda olduğu gibi gastronomide de büyük bir potansiyele sahip olmamıza rağmen gerek ülke içinde gerekse uluslararası düzeyde bu konuda oldukça yetersiziz. Standartlaşma ve markalaşma konusunda zayıfız. Batılılar hamburger gibi oldukça basit yiyeceklerden oluşan gastronomi miraslarını standartlaştırmış ve markalaşarak tüm dünyaya yaygınlaştırmışlar. Birçok batılı işletme bu işten neredeyse küçük bazen de orta ölçekli devletlerin bütçesi kadar gelirler elde ediyorlar.
Peki, bu Gastronomi dedikleri ve çoğunlukla Gastroentereloji (sindirim sistemi hastalıkları) ile sıklıkla karıştırılan ve birçok kimsenin de ne anlama geldiğini bilmediği kelime neyi anlatıyor bizlere? Gastronomi, Yunanca gastros (mide) ve nomos (yasa, kural) sözcüklerinin birleşiminden ortaya çıkmıştır ve sağlıklı, lezzetli ve hoş bir sofra hazırlamayı içeren bilim ve sanat dalı olarak açıklanmıştır.
Son dönemlerde televizyon kanallarında çok sayıda programda tertemiz giyimli şeflerin yemek yapması, gurmelerin tadım gerçekleştirmesi bu alanın popülaritesini arttırmıştır. Ayrıca son yıllarda üniversitelerde Turizm Fakülteleri bünyelerinde Gastronomi ve Mutfak Sanatları bölümlerinin hızla açılması, gastronomiye olan ilginin perçinlenmesine ve çok sayıda öğrencinin bu bölümleri tercih etmesine neden olmuştur. Bunlar elbette dünyanın en zengin mutfaklarından birisi olan Türk mutfağının hak ettiği yere taşınmasına katkı sağlayacak güzel gelişmelerdir.
Bundan birkaç ay önce gerçekleştirilen 3.Turizm Şurasında ele alınan 13 konudan bir tanesi de Gastronomi idi ve bu alanın geliştirilmesine yönelik bu toplantıda çok sayıda önemli karar alındı. Yapılan bu ortak akıl toplantısında Türk Gastronomisinin olması gerektiği yerde bulunmadığı ve bu konuda çalışmaların başlatılması gerektiği hemen hemen herkesin üzerinde mutabık olduğu bir durumdu. Buradan hareketle, yapılması gereken gastronomimizi önce ülke içinde, daha sonra uluslararası düzeyde çok daha iyi noktalara taşımak olmalı. Bunun için, ilgili kurum ve kuruluşların hiç zaman kaybetmeden özellikle 3.Turizm Şurasında alınan kararlar ışığında harekete geçmesi gerekiyor.
Bana kalırsa işe ilk olarak Türk mutfağı ve bunun sunumu ile ilgili gastronomi değerlerimiz hakkında bir farkındalık oluşturmak ve standardizasyona gitmekle başlamak gerekiyor. Bunu yaparak gerek ülke içinde gerekse dış ülkelerdeki restoranlarda lezzet, hijyen ve ambiyans üçlüsünü daha iyi noktalara getirebiliriz. Bu yolla pozitif ülke imajımızı güçlendirebiliriz, ülkeye turist akışı sağlayarak gelirlerimizi arttırabiliriz ve tarım ürünlerimizin katma değerini yükselterek çiftçilerimize katkı sağlayabiliriz.
Bu düşüncelerden hareketle, başkanlığını yürütmüş olduğum Turizm Akademisyenleri Derneği, Tüm Aşçılar ve Pastacılar Konfederasyonu (TAŞPAKON) ile Gazi Üniversitesi işbirliği ve Ankara Valiliği, TC Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara Ticaret Odası ile Ankara’da yer alan tüm belediye, üniversite ve STK’ların (Ankara Büyükşehir Belediyesi, İlçe Belediyeleri, TUROB, ATİD, ANTOD, TURSAB, ANRO, SKAL vb.) desteğiyle 22-25 Mart tarihleri arasında Ankara ATO Congresium Kongre Merkezinde Gastronomi Zirvesi etkinliği düzenliyoruz.
Burada 20’ye yakın belediye başkanı şehirlerinin gastronomi değerlerini ve bu konudaki projelerini sunacaklar, gurmeler, yiyecek-İçecek sektörünün önde gelen isimleri Türk Gastronomisinin daha iyi noktalara gelmesine yönelik fikirlerini paylaşacaklar. Ayrıca zirve kapsamında düzenlenecek olan akademik kongrede, Gastronomi alanına bilgi üretmek amacıyla hazırlanan 100’ün üzerinde akademik çalışma sunulacak. Ülkenin yedi bölgesinden ikişer lezzet belirlenecek ve bu lezzetler pişirilerek eş zamanlı düzenlenen Travel Expo Turizm Fuarı katılımcılarına dağıtılacak. Pasta sanatçıları şeker hamurundan hazırladıkları heykellerin sergisini gerçekleştirecek.
Etkinliğin belki de en önemli kısmı Guinness Rekor Denemesi olacak. Dünya rekorlar kitabına girmek üzere tek tepside bugüne kadar yapılan en büyük baklava (Ankara usulü) pişirilecek ve yine konuklara dağıtımı yapılacaktır. Bu yolla dünyaya baklavanın bir Türk tatlısı olduğu mesajı verilecektir.
Tüm okurlarımızı bu lezzet şölenine davet ediyor, hepinize lezzetli günler diliyorum.
Saygılarımla,