Sosyolojik olarak insan doğal bir varlık olarak değil de, kültürel bir varlık olarak kabul edilir.
Çünkü önce kültür yoktur ilk olarak insan vardır, insan kültürü yaratır onun yarattığı kültür belli bir süre sora insan denen varlığı belli bir kalıplar içine sokar ve kurallar koymaya başlar. Değer yargısı, Ahlak kısacası toplumsal yaşam örüntüsünü kültür size dayatır dolayısıyla insanın yarattığı kültür atık insana hükmetmeye başlar ve bir biçimde bu iki gerçeklik bir birine biçim vermeye devam eder.
Hal böyle iken, Türkiye’de Turizm sektörü özelinde gelişme nasıl oldu kısaca ona da bir bakalım.
Küreselleşmenin etkisiyle sermayenin ve insan dolaşımının hızlı ve kolay hale gelmesi neticesinde elbette Türkiye’nin de bu sektörden ekonomik ve sosyokültürel olarak istifade etmesi yönünde kamu yönetimlerinde ve hükümetlerde bir bilinç ve tercih oluştu.
80’li yıllarla birlikte kapasiteli bir biçimde dünyaya entegre olarak serbest piyasa ekonomisine geçişle birlikte tanımaya başladığımız ve öğrenmeye çalıştığımız otelcilik ve konaklama ağırlıklı turizm sektörünü, bölgesel rakiplerimiz Yunanistan, İtalya, İspanya ve İsrail gibi ülkelere nazaran daha gerilerden gelmemize rağmen, coğrafi avantajlarımız ve bir takım rasyonel yaklaşımlar neticesinde, maalesef fazlaca çevre ve doğa tahribatı bir yana bu günlere demir attık. Doğal kaynak yoksulu ülkemiz için turizm yeni ana gelir kaynaklarından biriydi ve bir fırsattı ve de büyük teşvikler ileri hamlelerle devlet bu gelişmeye ön ayak oldu.
İşveren ve çalışan açısından;
Batı standartları içeren turizm sektörü Türkiye’de açılan zincir otellerin de etkisiyle
1950’li yılardan 90’lı yıllara kadar turizm otelcilik sektörü temelde formel ilişki biçimine dayanan, dönemin refah toplumunun sağladıkları bakımından sektörel bazda iş veren ve çalışan açısından nispeten daha verimli ve sürdürülebilir bir dönem olarak görülebilir.
Bu durum 2000’li yılların ortalarında bozulmaya başlamıştır.
Peki neden?
Kuşkusuz Özal’la birlikte Türkiye toplumsal hayatına giren serbest piyasa ekonomisinin tarihsel ve ekonomik olarak dönüştürücü etkisi çok büyüktür fakat, dünyaya entegre bir ekonomik model her toplumda aynı şekilde tezahür etmeyebilir.
Nitekim Osmanlıdan bildiğimiz miri arazi sisteminin sanayi devrimini ıskaladığımıza sebep olduğu temel tezinin kalıtsal varyantları, toplumsal formları Anadolu’da hala yer yer devam etmektedir.
Turgut Özal dönemiyle beraber Serbest piyasa koşullarında türeyen, bir kısmı herhangi bir amaca matuf bir anlam üretmekten ziyade salt olarak kazanma odaklı düşünen Türkiye’de yeni bir burjuva sınıfı doğmuştur.
Bu orta sınıf üstü yeni varsıllar paranın gücüne yaklaşırken bir o kadar da eğitimden, bilgiden ve bilimsel olandan uzaklaşmışlardır.
Zira bu kısım tüccarın beslendiği kaynaklar üretkenlik anlamında çok sığ fakat maddi getiri ve zenginleşme açısında da çok gümrahtır.
Sermaye yönünden giderek muhafazakarlaşan bu kesimler süregelen bir, biçimde ne yazık ki, adeta sanayi devrimi sonrası işçilere yapılan muameleyi günümüz çalışanlarına reva görme eğilimi içinde olmuşlardır.
Pardon Patron!
Bir çok sektörde olduğu gibi bir kısım turizm işvereni de kültürel ve bilgisel anlamda “yoğrulmamış” bir şekilde iş dünyasına dahil olduğunu görmekteyiz.
Çünkü hayatta her olmuşluğun ve olgunun bir dinamiği ve motivasyonu vardır.
Bu güdümleyici dinamikler her toplumda farklı olmakla birlikte; etik, ahlak, din, gelenek ve kültür gibi temel motivasyonlardır.
Peki küreselleşmenin de etkisi ve ülkemizin de siyasal ve sosyokültürel yapısından beslenerek son 30 yılda ortaya çıkan bir kısım yeni zenginin temel motivasyonu nedir acaba? Bilgi? Etik değer? Ahlak? Din? Kolektivizm? Kapitalizm?
Maalesef ki bunlardan hiç biri olmadığını düşünüyorum,
Çok isterdim bende ikna yaratabilecek yukarıda saydığım sebeplerden biri olsaydı.
Çünkü o zaman zihnimizde bu soruların bir karşılığı olurdu.
Toplum olarak Hangi kaynaktan beslendiğimizi ve beslendiğimiz kaynakların dönüştürücü etkisini fark ederek çağdaş bir toplum, çağdaş bir işletme, çağdaş işveren ve iş gören profili oluşturma rotamız belli olurdu.
Mamafih tüm hayatını, bilgisini ve görgüsünü salt para kazanma hırsı üzerine kodlamış olan yukarıda profilini çizmeye çalıştığım işveren tipi; Weber bu kesimleri kastederek ilkel kazanma hırsına sahip ifadesi kullanıyor ki benimde katıldığım ve anlatmaya çalıştığım durum tam olarak bu; hayatta herhangi bir anlam üretmeksizin, ilkel kazanma hırsıyla sadece daha çok kazanma güdüsüyle kendinden “güçsüz olanı ezme ve sömürerek üzerine programlanmış, bilgisel ve kültürel anlamda çok yoksun fakat maddi anlamda çok güçlü,
Sahte, kibirli, ve iç dünyaları çok mutsuz olan bu mutsuzluk ve işe yaramaz ilkel para kazanma hırslarını bir kenara bırakmalarını onlardan beklemek her halde safdillik olur.
Avrupa’,da burjuva sınıfını ortaya çıkaran ve zenginleşmenin dinamiği olarak protestan ahlakı kabul edilir. Bizim toplumuzda da bu sorunları ortadan kaldıracak değiştirici ve dönüştürücü dinamikler vardır;
Merkezlenen insan ve doğa, Etik, Yasa, Şeffaflık, Evrensel normlar gibi soyut kavramlar tartışmanın ana nesnesi haline geldiği zaman ve zihinlerimizde somutlaştığı kadar ilerleme olabilir.
Bu süreç toplumsal bir devinim sonucu ancak gerçekleşebilir. Buna karşın örgütlü bir çalışan kesimi, eskinin determinist dar bakışlı ve indirgemeci bakış açısı yerine yeni normatif ve pozitif kaynak ve argümanlar geliştirmelidir. Bu yeni hareket tarzı sürdürülebilir bir çalışma barışı da getirecektir.
Bir çalışan için Temel dürtü her şartta çalışmak olmamalı, eski, kötü, bir bakıma insanlık dışı, küfürbaz ve köhne zihniyete sahip işverenle hangi pozisyonda olursa olsun çalışmamak üzere kendini ve çevresindeki profesyonelleri uyarması ve çaba göstermesi gerekir.
Haksızlığa ve küfre maruz kaldığı yerde çalışmamalı ve bu yaygın hale gelmeli.
Nasıl ki 4857 iş kanunu hükmünce iş verenlere küfür ve hakaret tazminatsız işten atılmaya sebepse, aksi şartlarda kanun koyucu aynı yaptırımı iki katına çıkarıp iş gören lehine düzenlemelidir.
Fiziksel, sözlü şiddete maruz kalan turizm sektörü çalışanlarının KORUNMASINA yönelik başta alacak haklarının ve sigortalılık durumlarını tespit, meslek kodu uygulaması ve çalışma koşulları olmak üzere, ortak kamu yararı ilkesinden hareketle devletin ilgili birimlerinin iş yerlerinde denetim yapmaları ve bu konuları takip etmeleri önleyici tedbir olarak iyileştirme sağlayabilir.
Dip not; Sosyal medyada haber olan, bir otel sahibinin çalışanlarla küfürlü konuşmaları üzerine yazdım.
Ahmet Çeçen kimdir?
25 yılı aşkın süredir turizm sektöründe çalışıyor. Birçok farklı otelde genel müdürlük
yaptı. Son olarak Euro Park Beylikdüzü Hotel’deki Genel müdürlük görevinden
Temmuz 2021 sonu itibariyle ayrıldı. Türkiye Otelciler Birliği ve turizm camiasıyla her
zaman yakın bir çalışma içerisinde oldu. Bu bağlamda halen sektör temsilciliği başta
olmak üzere, turizme dair tüm konularda katkı vermeye devam ediyor.
İstanbul Üniversitesi Kamu Yönetimi mezunu olan Çeçen, ayrıca bir Siyaset Bilimci
unvanına da sahip.
OTEL İŞLETMELERİNDE PROBLEM ÇÖZMENİN YOLLARI / ORKUN AVKAN