Dışarıda deli dalgalar,
Gelip duvarları yalar,
Seni bu sesler oyalar,
Aldırma gönül, aldırma.
*
Bu dörtlüğü bilmeyen yoktur. Edip Akbayram’ın seslendirdiği o müthiş eser: Aldırma Gönül’den bir dörtlük bu.
*
Yunan Irmak Tanrısı Asopos’un kızı su perisi Sinope’nin M.Ö. 4. yılında kurduğuna inanılan Sinop’a gelirken, Kürk Mantolu Madonna, Kuyucaklı Yusuf gibi son yılların en çok satanlar listesinden düşmeyen romanların yazarı Sabahattin Ali’nin 1933’te, ömrünün beş ayının Sinop Cezaevinde geçtiğini hiç bilmiyordum ve tabii Aldırma Gönül’ü bu dört duvar arasında yazdığını da…
Harikulade bir şehir burası.
Şehirdeki ilk yaşam belirtileri M.Ö. 4500 yılına dayanıyor.
Anadolu’nun Karedeniz’e uzanan en uç noktası Sinop; Hititliler’den Romalılar’a, Selçuklular’dan Bizans’a pek çok medeniyete ev sahipliği yapmış.
Uzunca süre bir ticaret ve liman kenti kimliğini korumuş. Osmanlı donanmasına ev sahipliği yapmış. Osmanlı’ya yıllar boyunca hizmet veren tersanelerden biri de Sinop’taymış. Şehrin popüleritesi ve gelişimi 30 Kasım 1853’te değişmiş. Denizcilik tarihinde önemli bir savaş olan Sinop Baskını bu tarihte Ruslar tarafından Osmanlı donanmasına yapılmış ve Osmanlı İmparatorluğu çok ağır bir yenilgi almış. Sinop, Rus donanması tarafından çok ağır tahribata uğratılmış.
1877’den sonra da tersane ve kale bir sürgün yeri olmuş. Sinop, Bodrum’dan sonra Osmanlı’nın bir başka kalebenti olmuş. Pek çok suçlu bu şehirde hapsedilmiş. Şimdilerde bir müze olarak gezilebilen Sinop Cezaevi, o günkü fiziksel özelliklerine bağlı bırakılarak ziyaretçilerini bekliyor.
Enfes bir doğası bulunan Sinop’un bende bıraktığı iz ne 28 gözlü şelalesi, ne kalesi ne de dünyanın en büyük girişi bulunan mağaralar sıralamasında dördüncü olan İnaltı mağarası.
Anadolu’nun en ucuna iliştirilmiş bu güzide şehirde beni derinden etkileyen iki şey var. Birincisi cezaevinin bedenleri çaresiz bırakan kaleden bozma dörtduvarı, diğeri de Sinop’lu ünlü bir filozofun zihnin özgür dünyasına atfedilen o müthiş sözü…
Sinop’a girişte sizi beyaz bir heykel karşılar. Bu heykel; M.Ö. 423 yılında Sinop’ta doğan filozof Diyojen’in heykelidir. Heykel; Diyojen’i elinde sadece gündüzleri yaktığı meşhur feneri, yanında köpeği bir fıçının üzerinde duruşunu tasfir eder. Filozof Diyojen bu fıçının içinde yaşamaktadır. Gündüz vakti elinde fener ile “dürüst insan” aramak için etrafta gezinir durur.
Makedonya Kral
ı, Mısır Firavunu, Antik İran Kralı ve Asya Kralı ünvanlarını elinde bulunduran Büyük İskender bir gün filozof Diyojen’in yanına Sinop’a gelir. Büyük İskender, fıçısının içinde Diyojen’e sorar: “Dile benden ne dilersen?” Diyojen’in cevabı şöyledir: “Gölge etme, başka ihsan istemem!”
Diyojen’in düşünce dünyasının özgürlüğüne, düşünce dünyanın ötesinde hiçbir şeyin olamayacağı durumunu anlatan bu sözü, Sinop’ta beni derinden sarsan ikinci olay oldu.
Bendeki Sinop şudur;
Devasa kalesine, hırçın dalgalarına, korkunç cezaevine ve kapkaranlık hücrelerine rağmen Diyojen’in aklındaki özgür düşünce.
Hırçın dalgaların denizi Karadeniz’e karşı, sarsılmaz bir duruşla, dimdik sivrilen Sinop; başka nasıl ifade edilebilir ki!