Aradaki boşlukları doldurmak adına, aslında 64 senesinde mülakata girdiğim ve o günün sonrasındaki önümüzdeki göz açıp kapayıncaya kadar geçmiş olan, ama bir o kadar da hızlı geçen 27 yılımı geçireceğim tesisteki ilk günüme nasıl geldiğimi de sizlerle paylaşmak istedim. Kimilerinin şans, kimilerinin ise kader diyebileceği türden bir anı aslında bu süreç…
Bu mülakata girmek için Hilton otelinin personel kapısından girdiğim o günden bir yıl kadar önce, birkaç değişik iş denemesi yapmamdan sonraki işsiz olduğum bir dönemde oturduğumuz mahallede pek bir amacı olmadan dolaşırken, mahallemizden tanıdığım ‘abilerinden’ Turgay abiyle karşılaştım . “Bu saatte ne geziniyorsun buralarda, işin gücün yok mu senin, hayırdır” dedi bana ve ben de şu an biryerde çalışmıyorum, boştayım dedim. “Tamam kardeşim, yarın yine bu saatlerde buralarda ol, sana birşey getireceğim dedi” ve gerçekten de ertesi gün geldi bir kağıt uzattı ve “bunu doldur” dedi.
“Bu nedir, ne için dolduracağım” diye sordum. O da, “Bu Hilton’a girebilmen için işe müracaat formu” dedi .
Çok fazla önemsemedim, pek de ümitli değildim ancak, evime çok yakın bir yerde, çok fazla vesaite binmeden gidebileceğim bir işyeri olması fikri de aslında cezbetti beni… Doldurdum formu… İsim soyadı, tahsil, ev adresi… talip olduğunuz görevler, çalıştığım işyerleri . Talip olduğum işler bölümünde, daha prestijli olduğunu düşündüğüm yerleri işarettim daha çok… Resepsiyon, Muhasebe, Kasiyer… gibi… Bir de resim getir dedi, eve girdim, çekmeceleri kurcaladım, ve birkaç ay önce çektirmiş olduğum vesikalık bir resmimi de bulup getirdim… Turgay abi formu alıp gitti…
Ve aradan konuyu unuttuğum, bir cevap ta almadığım 1 yıl geçti…
Bir gün eve postacı bir mektup bıraktı. Lüks gözüken, üzerinde İstanbul Hilton logosu olan bir zarftı, ve içinde yine antetli, kaliteli bir kağıtta daktilo ile yazılmış, şu şu tarıhli bir müraacıtınızla ilgili görüşmek üzere Personel Müdürlüğüne davet ediyoruz, yazıyordu… Altında imza bölümünde Personel Müdürü Avni Diper’in ismi ve imzası vardı… Otele yürüyerek gittim, zaten evime çok yakındı… Personel kapısından, Avni bey tarafından beklendiğimi söyleyerek ve Avni beye telefon açılıp onaylamasından sonra giriş yaptım. Zaten personel müdürlüğü de o girişin devamındaki koridorda bulunuyordu… Odada formumu inceleyen Avni bey ismimi sordu, daha önce ne işler ile meşgul olduğumu, bu işi yapıp yapmadığımı, nerelerde çalıştığımı sordu ve “Sen Mr . Lehmann ile görüşeceksin, ama bugün izinli. Sen Pazartesi tekrar sabah saat dokuzda gel onunla görüş” dedi ve daha yüksek bir ses tonuyla da devam etti: “ Ama bana bak delikanlı, Pazartesi de böyle serseri gibi gelme , şu favorilerin nedir öyle, onları bir kes, o bıyıklarını da kes, saçını da nizami bir şekilde düzelttir öyle gel” dedi.
“Peki efendim” dedim, “Beni hangi pozisyon ve iş için çağırıyorsunuz”
Avni bey yine biraz da yükselerek “Ne işi bekliyorsun, tabi ki KOMİ” dedi. İçimden biraz da bozularak, “Hadi yahu” dedim, “Bir de Komi mi olacağım, herkesin kaprisini çekeceğim o restoranlarda”
Alelacele çıktım, eve geldim… E haliyle, ev ahallisi, annem, ablam, eniştem falan evde merakla bekliyorlar neticeyi. Biraz da haylaz bir çocuk olduğumdan, iyi ve prestijli bir tesiste çalışmamı da istiyorlar için için… Neticeyi sorduklarında, “Yok ya, beni ne durumlara soktunuz, baksanıza bir de Komi olacaksın dediler… Ben oraya gidip başlamam” dedim. Ancak, tüm aile, ısrarla, en azından bir denememi, beğenmezsem bir süre sonra istersem yine başka bir iş bakabileceğimi, telkin ederek, benim Pazartesi Mr. Lehmann ile görüşmeye gitmem için beni ikna ettiler… Hikayenin bu kısmını ve de Mr. Lehmann ile görüşmemi, restoran’daki ilk günümü ve Captain Şaban Ali Yaşaroğlu ile olan ‘çorap’ polemiğimizi biliyorsunuz bir önceki yazımdan…
Mr. Lehmann ortada beyaz ceketli, papyonlu
İşte o gün ve üzerine 27 yıl daha Hilton’da çalıştım, ve yükseldim zaman içinde…
O günün üzerinden çok zaman geçmişti… Daha sonra o gün ile ilgili sohbetlerimizde kaderin benim bu otelde çalışmamdaki rolünü de öğrenmiş oldum…
O günlerde, Mr. Lehmann komi alımı için Personel Müdürlüğüne talepte bulunmuş ve Personle Müdürü Avni bey de, elindeki bulunan iş başvurularından bir tomar formu, Mr. Lehmann’a iletmiş. O da benim formumun da içinde dahil olduğu ‘uygun’ bulduğu adayların formlarını, iletişime geçilip, işe davet edilmeleri için Personel Müdürlüğüne geri göndermiş…
Avni bey seçtiği formları incelerken , benim formumu gösterip, “Bu aday olumsuz” demiş. Mr. Lehmann da şaşırarak nedenini sormuş. Avni bey ise, Ermeni asıllı birini işe almak istemediğini dile getirmiş… Mr. Lehmann konu kendisine çok anlamlı gelmediği için ısrar etmiş ancak, olumsuz sonuç karşısında da konuyu dönemin Yiyecek ve İçecek Müdürü Nezih Ohri’ye iletmiş.
Nezih bey de, Avni beyden bu tutumu ile ilgili bir açıklama istemiş. Avni bey ise cevabında, “Ben göreve gelmeden önce, işe alınmış olan, ve Barda Captain olarak çalışan Ermeni asıllı, Garbis bey, ve Restoranda çalışan Head Waiter Ohannes bey var. Şimdi üçüncüyü de ben mi alayım” demiş..
Nezih Ohri, bu konuya aslında sinirlenmiş ve “Türk vatandaşları arasında sen böyle bir ayırım yapamazsın, Ayrıca burası da bir Amerikan şirketi tarafından işletiliyor hatta kısım müdürlerinin bile bir kısmı Almanya’dan, İsviçre’den çalışmaya gelmişken, sen Türk vatandaşı birini sırf dini, ırkı farklı diye işe almamazlık edemezsin, sen bizleri bu şekilde ‘ırkçı’ bir millet olarak mı göstermek istiyorsun, biz böyle bir millet miyiz” demiş.
Neticede, o Pazartesi, bana bu konuların hiçbiri yansıtılmadı ve ben iş başı yaptım…Restoranda başladığım günkü olaylardan çok sonra, bana formu getiren Turgay abiyle karşılaştım. Mahalledeki lakabı ile ‘Jilet Turgay’… Annesi de housekeeping’te çalışıyormuş Hilton’da, o yüzden iş başvuru formunu alabilmiş ve bana getirmiş bir yıl önce… Geldi yanıma, “Kusura bakma biraz geç oldu ama şimdi fırsatım oldu, işin hayırlı olsun” dedi. Ve ekledi. “Ayrıca baktım forma hiç, komi, garson işaretlememişsin, senin yerine ben de oralara işaret koydum, bak iyi olmuş, iş buldun işte…”
Kader, kısmet… veya şans… Profesyonel hayatımın başlaması ve meslekteki merdivenleri çıkmamdaki olaylar silsilesi işte bu şekilde başlamış oldu…