KUZEY AFRİKA’DAN KENDİMİZE BİR BAKIŞ
GÜNAY GÜC / VIPPON HOLIDAYS
Sevgili dostlarım ve meslektaşlarım;
Bir taraftan Avrupa Birliği’nin kendi içindeki meseleleri, bir taraftan doğu Avrupa’da özellikle Ukrayna ve Rusya arasında ortaya çıkan NATO üyeliğine dayanan ve büyük ölçekli bir savaşa dönen kutuplaşma çıkmazı, Ortadoğu’nun neredeyse hiç dinelmeyen çatışmaları, artık yerelden çıkıp tüm insanlığı tehdit etmeye başlayan terörizm ve bunlara bağlı olarak gelişen ekonomik, siyasi, kültürel ve ticari yapılanmalar dünyanın ve özellikle cennet ülkemizin kaderini çizmeye devam ediyor. Tüm bu olguların hemen yanı başında bulunan ülkemizin demografik, kültürel ve ekonomik değişimi de gözden kaçırılmaması gereken önemli bir konu olarak duruyor. Yaşanan gelişmeler çeşitli sektörlerin de yeniden tasarlanmasına, etkileri bakımından yeni bakış açılarının geliştirilmesine ve küresel dinamiklere uygun biçimde yeni stratejiler geliştirmesine yönelik çok ciddi bir ihtiyaç ortaya çıkarmıştır. Benim de bir parçası olduğum Turizm sektörü de diğer bütün sektörler gibi (hatta diğerlerinden çok daha fazla) etkilenmiştir. Çeşitli şirketlerin pazar payları düşmüş, yeni pazar arayışına girmiş, istihdam olanakları gerilemiş, birçok kişinin istihdamına son verilmek zorunda kalınmış, oteller ve diğer hizmet sunucularının ciddi sorunlar yaşamasına neden olunmuş, kısacası ciddi bir krize yol açabilecek bir durgunluk ve gerilemeyle karşı karşıya kalınmıştır.
KÜRESEL REKABET VE ALGI YÖNETİMİ
Günümüz dünyasında, küresel vahşi rekabetin gerçekliği karşısında, savaşların bir toprak parçasını ele geçirmek, sınırları genişletmek amacıyla sadece silahlarla yapılmadığı artık bilinen bir gerçektir. Bilgi ve algı çağının tam da ortasında, yapay zekanın gölgesinde toplumlar, milletler, coğrafyalar, uygulamalar gibi doğrudan insana özgü olgulara yönelik algı oluşturma çabaları geleneksel savaşın özelliklerini aşan yeni boyutlardır. Bunun için gerektiği zaman ırkçılık, din farklılığı, mezhepçilik, etnikçilik gibi unsurlar çok önemli birer silah haline dönüştürülmektedir. Her birisi önce insanların belleklerinde yer edecek biçimde öznel/bireysel örneklerle şişirilerek genel/evrensel bir gerçeklikmiş gibi sunulabilmekte, hemen görsellerle, videolar ve sözlü rapor ve anlatılarla desteklenerek sosyal medya ve diğer vasıtalarla kitlelere sunulmaktadır. Hatta sırf algıyı oluşturmak adına kimi zaman profesyonellerden oluşan ekiplerle kurgusal filmler bile çekilmekte ve birçok basın-yayın aracılığı ile servis edilmektedir.
ÜLKEMİZE DIŞARIDAN BİR BAKIŞ
Genel durumundan yola çıkıp kendi ülkemizin özneline dönecek olursak, bu tespitlerin bizde farklı olmadığını, hatta çok gözde bir turizm ülkesi olmamızdan kaynaklı olarak rakiplerimiz tarafından özellikle çok daha yoğun bir biçimde aleyhimizde propaganda ve karalama çalışmalarının yürütüldüğünü görüyoruz. Daha önceki yazımda algı ve imge üzerinden iç dinamiklere ve hizmet sunuculara yönelik bazı tespitlerimi paylaşmış ve neler yapılabileceğine dair önerilerimi sunmuştum. Bu yüzden, kendimize dışarıdan bakabilmek ve başkalarının gözüyle kendimizi görebilmek adına gerçekleştirdiğim bir gözlem yolcuğundan bahsetmek istiyorum.
23 Kasım 2024 tarihinde İstanbul’dan Fas’a gittim. Bir tür turizm elçisi olarak Türkiye’nin tanıtımına katkı sağlamak, oluşmuş önyargıların kırılmasını sağlamak, son dönemlerdeki süreçlerin etkilerini ve nedenlerini görebilmek ve bireysel olarak da şirketimizin tanıtımı yaparak işbirliği olanklarını artırmak amacıyla bu ziyareti gerçekleştirdim. Bir haftayı aşkın bu ziyarette Kasablanca, Rabat ve Marakeş’i neredeyse cadde cadde gezdim. 7 tur operatörü, 42 seyahat acentası, 8 “tailor made” özel VİP acenta, 2 havayolu, 3 ilaç şirketi ve 2 banka ile toplantılar gerçekleştirerek ülkemizin tanıtımını yaptım.
TURİZMDE ALGIYI YENİDEN İNŞA ETME İHTİYACI
Bu gezide gözlemlediğim olguları ve bana düşündürdüklerini sizinle paylaşmak isterim. Geçen yıla kadar, “marketing” gezilerinde ülkemizin dinamiklerini ve gelişmeleri anlatmaya gerek kalmadan doğrudan şirket tanıtımı ve çalışma kurallarına giriş yapardık. Ancak son gezilerimde, özellikle bu gezide, çok sayıda acenta ve tur operatörü ile görüşmelerimde ve çok yoğun toplantılarımda ciddi bir takım şikayetlerin olduğunu gözlemledim. Görüştüğüm insanların neredeyse hepsi ülkemize gelen turistlere yönelik giderek artan bir ırkçı söylem ve tutumun olduğundan bahsetti. İkinci yakınma konusu ise diğer ülkelerin tersine hizmet konusunda ülkemizde fiyatlardaki çok büyük artışların varlığı oldu. Bazı kişiler ise Türkiye’de çok fazla fırsatçılık yapan hizmet sunucularından yakındı.
Kısacası burada bize karşı oluşmuş (ya da oluşturulmuş) çok ciddi bazı (ön)yargılar var ve bütün bunları kırmak, doğruları göstermek, imajı düzeltmek için gittiğim her yerde ve görüştüğüm tüm kişi ve kurumlara sunumlar yapmak zorunda kaldım. Anlaşılacağı üzere artık doğrudan bir marketing yapma olanağımız çok azalmış durumda ve enerjimizin büyük bir bölümünü imajımızın yenilenmesi için harcamak zorunda kalıyoruz. Bana öyle geliyor ki bu durum daha da kötüye gidecek çünkü sadece birkaç kişi ya da kurumun, zaman ve mekan açısından kısıtlı fiziki imkanları ile bu küresel savaşın yeni boyutunu kazanmak pek olası değil. Bunun yerine zaman ve mekanı aşabilecek sosyal medya, teknoloji gibi vasıtaların da işe katıldığı, kurumsal tanıtımların yanında bakanlıklar düzeyinde çalışmaların yürütüldüğü, ülke içinde fiyat dengesinin ve tutarlılığının sağlandığı, filmler ve etkinliklerle desteklenen kitlesel çalışmaların yapılmasına çok büyük bir ihtiyaç ortaya çıkmıştır. Zira, benim yaşadığım şekliyle şirketimizin tanıtımına gelmeden önce tüm bu şikayetleri dinlemek, onları göğüslemek ve görüştüğüm kişi ve kurumların olumsuz fikirlerini olumluya çevirmek ne yazık ki çok kolay olmuyor. Bu küresel ölçekteki imaj ve algı savaşında tabi ki bu tür girişimleri yapmaktan asla geri durma gibi bir düşünce olamaz; ama büyüyen tehlikenin de göz ardı edilmesi de makul bir yaklaşım olmayacaktır. Türkiye’nin özel konumu, güzellikleri, kültürel ve tarihi zenginlikleri, mutfağı, doğası vb eşsiz özelliklerinin varlığı bir tür kendimize aşırı bir öz-güven oluşturduğu zaman asıl yenilgi o zaman ortaya çıkacaktır. Güncel siyasi, askeri ve ekonomik gelişmelerin karşıt güçler tarafından ciddi bir karalamaya dönüştürüldüğü bu atmosferde en hafif etki olumsuz algı yüzünden önemli bir süre ülke turizminin nadasa kalması olasılığıdır.
GELECEĞE UMUTLA BAKMAK
Konuya olumlu açıdan bakmamı sağlayan ve umudumu diri tutan bazı olguları da görmezden gelmemem gerekir. Görüştüğüm tüm kişi ve kurumlar umutsuz, aşırı önyargılı ya da şikayetçi değildi. Bazıları bu türden sıkıntıların varlığına işaret edip bunların çok fazla önemli olmadığını ve aşılabileceğini söyledi. Bazı kişilerle görüşmemde onları ikna etme konusunda çok fazla zorlanmadığımı da söylemem gerek. Kimileri ise ticari açıdan kendilerini daha iyi bir pazarın varlığına işaret ederken, bazıları ise Türkiye ile olan gönül bağlarını da açıkça ortaya koydu. Olumlu anlamda söylemek gerekirse yürütülen algı ve imaj kötüleme çabaları henüz yerleşik bir durumda değil ama öyle bir tehlikenin varlığı da söz konusu. Daha fazla çaba içinde olmamızı gerektiren bir dönem yaşıyoruz. Bu sektörde çalışan herkesin, her işletmenin ve her hizmet sunucunun olumsuz algıyı tersine çevirmek adına daha fazla tanıtım yapması, daha fazla zaman ve bütçe ayırması ve daha çok çabalaması büyük önem taşımaktadır.
Son olarak, bir turizm elçisi olarak yaptığım gezilerde ülkemizin imajını olumluya çevirmek adına hiçbir zaman yalnız olmadığımı bilmek, benim gibi çok sayıda insanımızın ve işletmelerimizin çok değerli çalışmalar yaptığının bilincinde olmak oluşmuş karamsar tablonun ortadan kalkabileceğine olan inancımı daha güçlü kılıyor. Ne de olsa millet olarak en zor koşullarda bile ayağa kalkabilmek bizim en önemli özelliklerimizden birisi. Sevgi ve güzelliklerle …