Merhaba..
Ben Emel Gökdeniz. 2007 yılında Trakya Üniversitesi Eğitim Fakültesi Resim-İş Öğretmenliği lisans programından mezun oldum. Resim öğretmeni olarak, 17 yıldır aktif olarak birbirinden farklı türde kurumlarda çalışma fırsatı buldum. Çok farklı yaş gruplarıyla çalıştım. Bu farklılık ve renklilik bana hem akademik anlamda hem de duygusal anlamda çok şey kattı.
Benim için “sanat” bir meslek değil, bir yaşam biçimidir. Yeniliklere açık, öğrenmeyi seven ve çalışmaktan yorulmayan ruhumla daha da fazlasını keşfetmek istiyorum. Kendimi çerçevenin içinde değil çerçevenin dışında görerek ve sanatın ortak evrensel dilini kullanarak ifade gücümü zenginleştirmek hedeflerim arasındadır. Aynı zamanda sanatın olumlu psikolojik yönlerini, iyileştirici özelliğini öğrencilerimde deneyimleme fırsatım oldu. Onlara daha iyi ulaşabilmek adına İstanbul Üniversitesi’nde Sanat Terapisi Eğitimi aldım. Son dönemlerde ise üç boyutlu sahne tasarımı ve dekor yapımı ile daha fazla ilgilenme şansım oldu ve bu çalışmalarda güzel tecrübeler edindim. Kendimi bu alanda geliştirmek istiyorum.
Tüm bu sanatsal çalışmaların yanında gezmeyi seven , gezerken de öğrenen, araştıran bulunduğu yerin tarihi ve sanatsal yapılarını incelemekten hoşlanan birisiyim. Çok sayıda ülkede bulunma şansım olduğundan dolayı, farklı kültürleri ve insanları gözlemleme şansım oldu. Seçtiğim yerlerin kültürel ve sanatsal birikimime katkıda bulunabilmesi için yerinde görmeye özen gösteriyorum. Üstünkörü gezmek yerine, gittiğim yerler hakkında analiz yaparak, orada yaşayan kişilerin sosyal ve kültürel olarak nasıl yaşadıkları ile ilgili de araştırmalar yapıyorum.
Gezi anılarımı siz değerli okurlarla paylaşmaktan büyük keyif duyacağım.

“Vltava’nın İncisi Prag: Tarih, Sanat ve Romantizmin Buluştuğu Şehir”

Vltava Nehri’nin İncisi: Prag

Sevgili Prag, Orta Avrupa’nın en masalsı, romantik ve sanatsal şehirlerinden birisin. Sevgili Prag diyorum çünkü Prag’ı kişiselleştiriyorum; kendine ait bir karakteri ve ruhu olan, insanları kendine hayran bırakan, savaş dönemlerinde bile bombalanmaya kıyılamayan bir şehir. Orta Çağ’dan kalma kuleleri, katedralleri, barok sarayları, köprüleri, eşsiz manzarası, sokak çalgıcıları, ressamları ile büyüleyici ve masalsı bir şehir.
İlk kez 10 yıl önce gelmiştim bu tatlı şehre; sadece 5-6 saatim vardı bu şehri gezmek için. Bu güzel şehir için yeterli bir zaman dilimi değildi. Ve bir gün tekrar buraya geleceğimi biliyordum. Bu ayrılık 10 yıl sürse de şu anki gelişime değdi. Şimdi hafızamda güzellikleri ve orada yaşadığım tatlı hatıralarla dolu. İstiyorum ki seni herkes en az bir kere görmeye gelsin sevgili Prag. Şimdi bu güzellikleri anlatma şansı buldum, sanırım bana şans getirdin.
Beni, hatta birçok turisti etkileyen astronomik saat kulesi ile başlamak istiyorum seni anlatmaya.
ASTRONOMİK SAAT KULESİ

Özellikle eski şehir (Old Town) meydanı, Orta Çağ’ın büyüsünü gözler önüne seriyor. Astronomik Saat’in güzelliği ve hikayesi insanı kendine hayran bırakıyor. Her saat başı kilisenin çanının çalması, geçmişin gelecekle buluşması gibi. Bu saatin pencerelerinden, her saat başı on iki havariyi temsil eden figürler çıkarak bir gösteride bulunuyorlar. Saat o kadar gösterişli ve ihtişamlı ki rivayete göre buranın ustası, buradan daha güzel bir saat tasarlayamasın diye gözleri kör edilmiş. Eski şehrin (Old Town) meydanında büyük bir insan kalabalığı görürseniz bilin ki o an saat başıdır.
Astronomik saat ayların ve yılların hepsini içeriyor. Aynı zamanda gök cisimlerinin konumlarını ve Güneş ile Ay’ın hareketlerini de gösteriyor. Prag astronomik saat kulesi sadece bir zaman ölçüm aracı değil, aynı zamanda tarihi, sanatı ve bilimi bir araya getiren büyüleyici bir eser olarak karşımıza çıkıyor. Özellikle akşam ışıklandırması sayesinde romantik bir hava katmasıyla, hiçbir şey yapmadan saatlerce izleyebileceğim güzel bir şölendi bu güzellik. Saatin kenarında dört figür bulunmakta, bunlar sırasıyla:
Elinde ayna olan: Kibiri,
Elinde altın kesesi olan: Açgözlülük ve faizciliği,
İskelet: Ölümü,
Elinde mandolin olan Türk: Keyif ve eğlenceyi sembolize etmekte.
Eski Şehir (Old Town), Prag’ın kalbi denilen şehrin en canlı ve en kalabalık meydanı. Birçok gezilecek yer burada olup, ayrıca meydanda birçok kafe ve restoran bulunmakta, tüm sokaklar bu meydanda buluşmakta. Özellikle burada göreceğiniz önemli yerler:
Eski Belediye Binası ve Astronomik Saat Kulesi, Altın Melek Evi, Tyn Kilisesi, Ulusal Galeri, Kinský Sarayı, Jan Hus Anıtı.
Eski Şehir meydanında ayrıca meridyen çizgisinin geçtiği yeri sembolize eden bir çizgi göreceksiniz. Onu da görmeden geçmeyin.
TYN KİLİSESİ

Prag’daki Gotik dini yapılardan biri de Barok tarzında işlenmiş Tyn Kilisesi. Seksen metre yüksekliğindeki ikiz kulelerin isimleri Adem ve Havva. Zamanında şehre gelen yabancılar için inşa edilmiş bir yapı olup, bugün sahip olduğu özellikleriyle turistlerin de gözbebeği. Heybetli ve uzun kuleler masalsı bir hava katıyor kiliseye ve çok hoş gözüküyor. Kilisenin dış mimarisinde Gotik öğeler kullanılsa da iç mimaride Barok etkilerin hakim olduğunu görebiliyorsunuz. Tyn Kilisesi, Prag’ın en önemli meydanı Old Town’da bulunuyor; dolayısıyla gözden kaçırma ihtimaliniz yok, hatta gün içinde önünden birkaç kez geçiyorsunuz. Ayrıca kilisenin önünde sokak sanatçılarının canlı performansları oluyor, denk gelirseniz müziğin keyfini çıkarabilirsiniz. En iyi fotoğraf kareleri, kiliseyi arkanıza almanızla ortaya çıkıyor.
BARUT KULESİ (PRASNA BRANA)

Barut Kulesi, şehri yeni ve eski şehir olarak ayırması için inşa edilmiş ve 17. yüzyılda silah barutlarının saklanması için kullanıldığından bu adı almış. Cumhuriyet Meydanı’nda yer alan bu kule, turistlerin Prag’a geldiklerinde mutlaka gördükleri bir yer. Ayrıca kaldığım otele giderken yönümü kolay bulmamı sağlayan referans noktasıydı. O yüzden burayı unutmam mümkün değil, bu kuleyi görünce içime bir rahatlık geliyordu çünkü otele gelmiş sayılıyordum. Eskiden Bohemya kral ve kraliçelerinin taç giyme töreninde kat ettikleri kraliyet sarayı ile Hradcany Kalesi arasındaki kral yolunun başlangıç noktası olarak kullanılıyormuş. Gotik tarzda bir yapı bu. Aslında başlangıçta New Tower (Yeni Kule) adı verilse de barut deposu olarak kullanıldıktan sonra ismi Barut Kulesi olarak değişmiş. İsterseniz bilet alarak içine girip terasına çıktığınızda panoramik fotoğraflar çekebilirsiniz. Özellikle sabahları yoğunluk olmadığı için çok rahat gezersiniz, çıktığınızda inanılmaz bir manzara ile karşılaşacaksınız ve dilediğiniz panoramik fotoğrafları çekebileceksiniz.
CHARLES (KARLOV MOST) KÖPRÜSÜ

Gelelim Charles (Karlov) Köprüsü’ne; kimi insanların Karlov olarak bildiği, kimilerinin de Charles olarak bildiği bu köprü, Vltava Nehri’nin üzerinde bulunuyor ve bu köprüyü sokak çalgıcılarının melodilerinin eşliğinde ve otuz harika heykelin arasından ilerleyerek keyifle geçiyorsunuz. Heykeller birer replika olmasına rağmen yine de olağanüstü güzellikte ve görülmeye değer. Fotoğraf severlerin hem gece hem gündüz tercih ettiği bir yer olarak, özellikle gece ışıklandırması ile birlikte kartpostal gibi bir manzaraya sahip. Bu köprüde insan, kendini Gotik dönemin içinde hissedip gündelik hayata dair her şeyi bir anlığına unutuyor. Diğer taraftan köprünün iki ucunda savaş anında kullanılmak üzere iki tane de kule bulunmakta.

Prag gerçekten çok değerli eserlerle dolu fakat bu eserler arasında en şaşırtıcı olanlardan birisi Orta Çağ’dan kalma Charles Köprüsü, aynı zamanda Kraliyet yolunun da bir parçası. Charles Köprüsü, Prag’daki Vltava Nehri üzerinde hala ayakta duran en eski köprü olma unvanını koruyor. Köprü kumtaşı bloklardan inşa edilmiş ve inşaatı hakkında ilginç efsaneler var; bunlardan birine göre inşaatçılar harca çiğ yumurta ekleyerek köprüyü güçlendirmeye karar vermişler. Tarihçiler hala bu bilginin doğru olup olmadığı konusunda bir anlaşmaya varamamışlar. Prag’da yeterince yumurta olmadığı için ülkenin her köşesinden getirilen yumurtaların kırılacağından korktukları için yumurtaların kaynatılıp gönderildikleri söyleniyor. Heykeller ve dekoratif lambalar açısından da çok zengin olan bu köprü, iki ucundaki kuleleriyle gözümüze çarpıyor.
Barok ve Gotik mimari o kadar güzel ifade edilmiş ki adeta her yer açık hava müzesi durumunda. Şimdiden uyaralım, kafanız yukarıda gezerken düşme garantili bir gezi olabilir. Çok sayıda köprü, kilise, sinagog ve tarihi eser bulunan bu şehri gezmek, özümsemek ve tadına varmak için en az 3-4 gününüzü ayırmanız gerekecektir.

TRDELNÍK TATLISI
Muhteşem kokusu ve görüntüsü ile Trdelník tatlısı almadan Charles Köprüsü’ne geçmek neredeyse imkansız. Özellikle enteresan bir pişirme şekli ve görüntüsü olduğunu söyleyebilirim. Aslında Slovaklara ait bir tatlı ve birçok yerde görebilirsiniz, dükkanların önündeki uzun kuyrukta bekledikten sonra bu tatlıya kavuşabilirsiniz. İsterseniz sade, isterseniz de içine dondurma ve meyve ekleyerek tatlandırabilirsiniz. En az tadı kadar görünümü de etkileyici. Yeni tatları denemek isterseniz keyifle deneyebilirsiniz. Özellikle tarçın bu tatlıya çok yakışmış ve kokusu büyüleyici.
CAFE SLAVIA ve NAZIM HİKMET


Cafe Slavia, girişinde bizi Nazım Hikmet fotoğrafı ile karşılayarak, bizi tarihsel bir yolculuğa çıkarmaya çoktan başlamıştı bile. Fotoğrafı görüp etkilenmemek mümkün değil ve bu kafede sürekli bir piyano dinletisi eşliğinde Vltava Nehri’nin manzarası karşısında yiyip içebiliyorsunuz. Kafede tatlı bir piyanist, hem piyanoda klasik eserler çalıyor hem de etrafına gülücükler saçıyor. Çek ve Macar mutfağının ünlü yemeği Gulaş, soslu tavuk, bolonez makarna yiyebilirsiniz; hepsi çok lezzetliydi. Özellikle Gulaş, bizim yemek kültürümüze çok uzak bir yemek değil, büyük et parçaları ve patatesten oluşan hafif ekşi bir suyu olan bir yemek türü olduğu için bizim yemek kültürümüze yakın olduğunu söyleyebilirim. Ayrıca Vltava Nehri’nde tekne turu yapabilir ve harika fotoğraflar çekebilirsiniz.
Nazım Hikmet, sürgün yıllarında Prag’da Vltava Nehri kıyısında bu kafede çok zaman geçirerek şiirlerini yazmış ve onlardan birisi ise Prag adında olan şu şiirdir:

Vltava suyuna karşı oturup,
Tatlı tatlı yarenliği severim
Hele sabahları hele baharda
Konuşurken dalar dalar gideriz
Bir yitirir bir buluruz birbirimizi
Hele sabahları hele baharda
Prag şehri yıldızlı bir dumandır
Ve kızıl kocaman bir elma gibi
Nazım Hikmet, Prag, 26/04/1958
Cafe Slavia’ya gelmeyi çok istedim çünkü burada Nazım Hikmet’in bulunmuş olması, çokça vakit geçirip birçok şiirini burada yazmış olması beni çok etkiledi. Özellikle Nazım Hikmet’i hissetmek ve bulunduğu ortamı yaşamak istedim. Ve bir süre düşünme şansım oldu, acaba Nazım Hikmet ülkesini özledi mi diye. Vltava Nehri elbet güzeldi fakat bir İstanbul Boğazı kadar güzel değildi, bana göre Nazım Hikmet’in ülkesine, denizine, martılara olan özlemini hissetmemek mümkün değildi.
CAFE LOUVRE ve KAFKA


Prag’a gelip Franz Kafka’dan bahsetmemek olmaz. İyi bir Kafka okuruysanız Kafka Müzesi sizlere yeni ufuklar açacaktır. Franz Kafka’nın kitapları, arkadaşları, ailesi ve daha fazlası bu müzede toplanmış. Kafka daha çok Old Town çevresinde zaman geçirmiş olup, burada birçok esere imza atmış. Prag’da yaşamı boyunca yirmiye yakın ev değiştirmiş olup, Prag Meydanı, Kafka için farklı değerler taşımış; her ne kadar burayı bohem ve kasvetli bulsa da uzaklaştığında özlem duyduğu bir yermiş Old Town.
Bu bilgi benim çok dikkatimi çekmişti, Franz Kafka arkadaşına vasiyeti olarak tüm kitaplarını ve karalama kağıtlarıyla birlikte mektuplarını yakmasını söylüyor. Fakat arkadaşı Max Brod bu vasiyetini yerine getirmeyerek Kafka’yı edebiyat dünyasına kazandırmış oluyor. Ve iyi ki böyle yapmış ki, bizlere ve edebiyat dünyasına Kafka ismini kazandırmış. Bundan dolayı kendi adıma ona minnet duyuyorum. Cafe Louvre’da sık sık vakit geçirmiş ve felsefi konuşmalar yapmış. Onun ruhunu hissedebilmek için, vakit geçirdiği yerlerde, aynı havayı teneffüs ederek geçmişe bir yolculuk yapmış oldum.
Ayrıca Albert Einstein da 1911 ile 1912 yılları arasında Prag’da kaldığı süre boyunca bu kafenin müdavimlerinden biri olmuştur. Bu değerlerin bulunduğu ortamda olmak, benim açımdan oldukça keyifliydi.
Kültürel yaşamıyla da oldukça ünlü bir şehir olan Prag, 1992 yılında UNESCO dünya mirası listesine eklenmiş.

Sevgili Prag, seni doyasıya gezdim, hissettim, yaşadım ve inan hiç ayrılmak istemedim. Şimdi buradan bana kattığın ve yaşadığım tatlı hatıralarla dönüyorum. Umarım hiç bozulmazsın ve korunursun, her sokağın, her köprün, her yapın şiir gibiydi.
Benim de üç kere gittiğim bir şehir Prag ve defalarca gidebilirim Emel hocam siz de çok güzel anlatmışsınız kaleminize sağlık başka şehir ve notlarınızda buluşmak üzere
Bir şehir bu kadar mı güzel anlatılır..Rehberliğiniz için çok teşekkür ederim mükemmel
Kendimi Pragda gibi hissettim cok basarılı
Gerçekten harika olmuş okurkenkendimi pragda hissettim
Yazar gerçekten döktürmüş.
Yazıya bayıldım herşey o kadar güzel anlatılmış harika bir betimleme var.yazari çok tebrik ediyorum.
Betimlemeler ve açıklayıcı bir anlatımla; dünya üzerindeki önemli şehirlerden biri olan Prag ancak bu kadar güzel ve etkileyici anlatılabilirdi. Prag’ın kültürü ve toplumsal yapısından bahsedip fotoğraflarla bize görsel bir şölen yaşatan bu güzel yazı hem yararlı hem de ufkumuzu açacak türden. Charles Köprüsü de fikrimce Prag’ın en güzel gezilecek yerlerinden biri. Şiir gibi bir yere şiir gibi bir anlatım.