
“Müzik ve Sanat Şehri Viyana’ya Yolculuk”
Viyana: Sanatın Kalbinde Bir Gezinti
Viyana, adeta sanatın ve tarihin bir kutup yıldızı gibi parlıyor. Bu şehir, sadece görkemli mimarisiyle değil, ruhunu besleyen müzik, resim ve kültürle de göz kamaştırıyor. Bir yandan Mozart, Beethoven gibi müzik dehalarının ayak izlerini takip ederken, diğer yandan Gustav Klimt’in parıldayan tablolarına dalarak kendinizi zamanın ötesinde bir dünyada buluyorsunuz.
Viyana sokaklarında yürürken, her köşe başı adeta bir tabloyu andırıyor. Schönbrunn Sarayı’nın ihtişamı, Belvedere Müzesi’nde sergilenen sanat eserleri ya da Viyana Operası’ndan yükselen melodiler…
Viyana, kendini sadece izletmez; aynı zamanda hissettirir. Bir an için eski dünyaya yolculuk yapar, bir başka an ise modern sanatın şaşırtıcı dinamizmiyle baş başa kalırsınız.

Viyana, sanat, mimari ve müziğin iç içe geçtiği büyülü bir kent. Sokaklarında yürürken geçmişin izlerini hissetmemeniz mümkün değil.
Şehre ilk ayak bastığımdan ayrılana kadar, yok artık dedirtecek kadar sanatla iç içe geçmiş, inanılmaz güzel korunmuş tarihi binalar, müzeler, opera binası, birbirinden güzel sokaklar…
En tenha sokak aralarında dahi klasik müzik sesleri… Gerçek mi burası dediğim yerdeydim. Sadece opera ile değil aynı zamanda müzikle dolu kültürel yaşam tarzıyla da kendini kanıtlamış bir şehir burası.
Şehirde birçok yer , canlı müzik performansları sunarak müzik geleneğini sürdürüyor. Sanatın, ruhu ve tarihi bir araya getirerek hissettirdiği eşsiz deneyim , ruhumun derinliklerine dokunan bir yolculuktu.
İlk olarak Viyana’nın en ünlü meydanına adını veren Aziz Stephan Katedrali ile karşılaştım. Burası Viyana’nın kalbi olarak nitelendirebileceğim büyüleyici bir yerdi.
AZİZ STEPHAN KATEDRALİ


Birçok ülkede katedral, kilise görme fırsatım oldu. Fakat burası bence çoğundan daha etkileyiciydi. Benim için Viyana’nın simgesi haline geldi. Stephansplatz’da yürürken bir sokak sanatçısının çaldığı kemanın sesi, size şehrin geçmişine ve ruhuna dokunan bir melodi fısıldar. Sanat, burada günlük yaşamın ayrılmaz bir parçası ve siz de bu sanatsal ruhun bir parçası oluyorsunuz. Aynı zamanda Viyana kuşatmasında başrol oynayan bir katedralin önündeydim. Tarihe ve Osmanlı kuşatmasına tanıklık etmiş bir yapıydı.
Osmanlı İmparatorluğu’nun kuşatmaları sırasında burası Viyana halkı için sığınak haline gelmiş, savaştan korunmak için uzun süre katedralin içinde kalmışlar. Dolayısıyla bu katedral Viyana için özgürlük sembolü haline gelmiş. 107 metre boyunda olan bu yapının Roma Mimarisi ve Gotik döneme ait olduğunu ilk görüşte fark ediyorsunuz. Katedralin içi de dışı kadar etkileyiciydi. En çok merak ettiğim şey, kilisenin en üst katında bulunan Pummerin Çanı (Türk Çanı) idi. Viyana kuşatmasına tanıklık eden katedralde Osmanlı ordusuna ait çanın hikayesini önceden araştırdığım için, bu çanı görmek olmazsa olmazdı benim için. Kilisenin içinden küçük bir alana geçiyorsunuz ve burada bir görevli ile karşılaşıyorsunuz. Tatlı bir diyalogdan sonra Türk olduğumu anladı ve Osmanlı Çanını özellikle görmem gerektiğini belirterek ,manidar bir gülümsemeyle “yukarıdaki çan sizin için çok önemli olmalı” dedi.
Küçük bir asansör ile en üst kata çıktığımda büyüleyici bir Viyana panoraması beni karşıladı ve böylece tüm şehir kuşbakışı gözlerimin önündeydi. Derken, Pummerin Çanı ile göz göze geldik. Osmanlı ordusunun 2. Viyana Kuşatması’ndan çekilirken bıraktığı topların eritilmesinden elde edilen 21 tonluk bir çan karşımda duruyordu. 1711 yılında İmparator 1. Joseph’in emriyle vaftiz edilmiş bir Türk olan Johann Achammer tarafından döktürülerek yapılmış. 3,15 metre yüksekliğinde olan çanın üzerinde çeşitli kabartmalar, armalar bulunmakta olup, bu çan Türk zaferi nişaneleri ile süslenmiş. Osmanlı’nın tekrar gelebilme ihtimaline karşı, halkı korumak için yıllarca bu çanın yanında bir memur görevlendirilmiş. Ancak Osmanlı tehlikesinin geçtiği düşünülünce bu memur emekli edilmiş.


GRABEN BÖLGESİ VEBA ANITI

Aziz Stephan Katedrali’ne çok yakın olan, Viyana’nın en ünlü caddelerinden birisi olan Graben bölgesi üzerindeki Veba Sütunu, 1679’da Viyana’da görülen veba salgınından sonra yapılmış. 21 metre yüksekliğindeki bu sütun, buradaki en ünlü sanat eserlerinden biri olarak görülüyor. Üzerinde çok detaylı kabartma ve heykeller , melek figürleri bulunmakta. Veba Sütunu, uzun inşaat süresi, tasarımın çok sık değişmesi, çok sayıda heykeltraşın dahil olduğu bu kadar karmaşadan sonra bence harika görünen bir eser ortaya çıkmış. Bir çok turist tarafından ziyaret ediliyor ve fotoğraflarda yerini alıyor. Bir meydanın ortasında olduğu için serbestçe geziliyor.
VİYANA’NIN LEZZETLERİ
ŞİNİTZEL (FİGMÜLLER RESTAURANT)

Bu kadar gezdikten sonra Viyana’nın ünlü lezzetlerini tatmadan olmaz diyerek, ilk olarak şinitzel denemek istedim. O kadar fazla restoran var ki şinitzel yapan, neyse ki kafam karışmadı. Gideceğim yer notlarımın arasında olduğu için bir seçim yapmak durumunda kalmadım ve Viyana’nın en ünlü şinitzel yapan Figmüller’e doğru ilerlediğimde gördüğüm sıra daha fazla acıkmama sebep oldu ve iç sesim dedi ki “açlığa kaç saat daha dayanabilirsin Emel” Figmüller, hem otantik hem de çok popüler bir mekan olduğu için haklı olarak bir çok kimse şinitzeli burada denemek istiyor. Diğer şinitzel yapan yerlere göre daha lüks ve pahalı.
Aklınızda olsun Viyana’da restoranlar hatta bazı kafe ve müzeler ve daha bir çok yer için önceden online rezervasyon yaptırmak gerekiyor. Ben bu uzun sıradayken yanımdan sessizce süzülerek içeri girenler ve sinirimi bozanlar işte onlardı. Bunu yaşadıktan sonra, her etkinlik için önceden rezervasyon yaptım.
Uzun bir bekleyişin ardından, umarım şinitzel beklediğime değer diye düşündüm. Ancak çok da beklediğim gibi olağanüstü bir şey değildi. Tavuk şinitzeli tercih ettim. Kırmızı etli olan daha iyi olabilir bilemiyorum ama tavuklu olanın bu kadar ünlü olmasına anlam veremedim , herkesin damak zevki farklı olabileceğinden bir başkasına güzel gelebilir. Sadece şinitzeli neden limon sıkarak yediklerini anlayamadım.
VİYANA KAHVESİ
Gelelim Viyana kahve kültürüne. Viyana’yı kahvesiyle ünlü bir şehir olarak biliyoruz. Oysa ki 2.Viyana Kuşatmasının olumlu sonuçlanmayacağını anlayan Osmanlı askerleri yanlarında getirdikleri kahve çuvallarını burada bırakarak Viyana’yı terk etmiş. Osmanlı’nın ardından etrafı kontrol eden askerler, çuvallar dolusu kahve buluyorlar, fakat bulduklarının ne olduğunu bilemiyorlar. Hatta kahve çekirdeklerinin deve yemi olduğunu düşünmüş olacaklar ki önemsiz bulup yakmaya karar vermişler ancak o arada Joseph Kolschitzky, daha önce İstanbul’da yaşadığı için kahve çekirdeklerini tanımış ve askerleri durdurmuş. Böylece Viyana kahveyle tanışmış oluyor. Daha sonra Joseph, çekirdekleri öğütüp süt ve şekerle birleştirip Viyana’nın meşhur kahvesi olan Melanga’yı ortaya çıkarıyor. UNESCO, Viyana kahvesini dünya mirası olarak kabul ediyor.
KRUVASAN
Çıtır çıtır olan kruvasanın hikayesi yine Osmanlı’ya ve 2.Viyana Kuşatmasına dayanıyor. 2.Viyana Kuşatması sırasında, Osmanlı ordusunda lağımcılar şehri içeriden fethetmek için surların altından tünel kazmışlar ve kimse duymasın diye bu işlem gece yapılmış. Ancak Viyana halkına ekmek pişirmek için erken kalkan fırıncılar sesleri duyuyor ve şehrin muhafızlarına haber veriyorlar. Böylece Osmanlı ordusu geri çekiliyor. Kahraman Viyanalı fırıncılar, kutlamak için Kipferi isimli havuz sancaktan esinlenerek hilal şeklinde yapıyorlar. Aslında buradaki amaç, Osmanlı’yı yemek. Çünkü hilal şekli Osmanlı’yı temsil ediyor. Avusturyalılar, her kruvasan yediklerinde Osmanlı’dan bir ısırık aldıklarını söylüyorlar.
VİYANA OPERA BİNASI


Müziğin kalbi Viyana’ya gelince opera binasını görmeden gitmem olmazdı. Bir kilise ya da bir müze belki bir çok ülkede karşılaşabileceğim yapılar olmasına rağmen, bana göre Viyana’nın simgesi opera binasıydı. Burada aklımda kalan en önemli yer opera binası. Birçok müze, kilise gezdim ancak hayatımda ilk defa opera binası gezecektim ve dünyanın en önemli operasının olduğu yerdeydim.
Ancak öyle bir tarihte gelmişim ki, Meryem Ana’nın göğe yükseldiği kabul edilen günde yani 15 Ağustos’ta. Bunu duyduğum an ben de göğe yükselmemek için kendimi zor tuttum. Dolayısıyla 15 Ağustos günü opera binasında etkinlik yoktu, zaten olan etkinliklere de aylar öncesinden rezervasyon yapılması gerekiyordu. Hatırlatmış olayım, mutlaka önceden rezervasyon yapıp online biletinizi almanız gerekiyor. Benim için teselli olan cümleler şunlardı: “45 dakika beklerseniz opera binasının içini farklı dillerde rehberler eşliğinde gezebilirsiniz.”
Bu 45 dakika süresince çok tatlı bir arkadaş da edindim. Bursa Tıp Fakültesi’nde okuyan, tek başına geziye çıkmış, özgüvenli, cesur ve entelektüel bir doktor adayının sanata düşkünlüğü, beni gelecek adına umutlandırdı. O aradaki muhabbette, birbirimize gezdiğimiz yerler hakkında tavsiyelerde de bulunduk. Ayrıca opera binasında birbirinden güzel fotoğraflarımızı çektik. Bekleme sürecindeki 45 dakika çok verimli geçti. Çünkü o sırada Viyana Senfoni Orkestrası’nın o akşamki konserine ayaküstü bir bilet almış oldum, fiyatı yüksek olduğu için bileti almasaydım, bu fırsatı bir daha yakalayamayabilirdim. Ancak konser bitiminde, konsere gitmemin, verdiğim paraya fazlasıyla değdiğini anladım. Bu arada burada bir çok müze girişi ücretli ve biletler çok da ucuz değil. Konser için bilet aldıktan sonra İstanbul’da sık sık karşılaştığımız karaborsacıları hatırladım. Ya gerçekten bir opera dinletisi yoksa diye içimden geçirmedim değil.
Opera binasına girişte, İngilizce rehber eşliğinde grup halinde geziye başladık, ancak opera binası içinde merakla farklı bölümleri görme isteğimden dolayı zaman zaman grubu kaybettiğim oldu, İngilizce grubuyla başladığım geziye Almanca grubuyla devam edip, çıkarken kendimi Fransızca grubun içinde buldum.
Opera binasını yalnız gezmek mümkün değil, binaya girdikten sonra mutlaka bir gruba dahil olup öyle gezmenize izin veriliyor. Çünkü burası aynı zamanda bir müze. Operaya ilgi duymasanız bile bir müze gezisi olarak düşünebilirsiniz. 2.Dünya Savaşı’nda büyük hasara uğrayan Opera Binası, yangın geçirmiş ve daha sonra aslına uygun olarak restore edilmiş. Opera binasının en önemli özelliklerinden birisi hiçbir sanatçının mikrofon kullanmaması ve buna ihtiyaç duyulmaması.


Girişte 45 dakika beklerken, satın aldığım Vienna Supreme Orchestra konserine gitmek üzere opera binasından ayrıldım. Her zamanki gibi başım yukarıda gezerken harika fotoğraflar çektim. Heyecanlıydım çünkü ilk kez bir opera dinleyecektim. Derken opera saati geldi çattı. Benim gibi ilk kez gelenler vardı izleyenler arasında. Harika bir müzik şöleni ile başlayan konserde beni en çok etkileyenler arasında Türk Marşı’nı Viyana’da dinlemek oldu.


BELVEDERE SARAYI


Verimli geçtiğini belirttiğim o 45 dakikada, bir de ertesi gün Belvedere Sarayı’nı gezmek için online bilet aldım. Çünkü en erken bir sonraki güne bilet vardı. Belvedere Sarayı’na doğru yola çıktığımda uzun bir yürüyüşün ardından, havanın da sıcaklığıyla perişan bir halde sarayın girişine geldiğimde, yanlışlıkla başka müzenin biletini gösterdiğim için görevli bu biletin uzaktaki başka bir müzeye ait olduğunu söylemesiyle o anki ruh halimi anlatabilecek kelime yok sanırım. O an 35 derece olan hava sıcaklığını 70 derece olarak hissettim. Bu arada mümkünse Ağustos ayında Viyana’ya gitmeyin.

Girişteki gişeye gidip, doğru bileti almak istediğimde ise en erken yarına bilet olduğunu duyunca, o şok etkisiyle yanlış bileti gösterdiğimi fark ettim ve büyük bir sevinçle saray girişindeki görevliye doğru bileti göstererek sonunda içeri girebildim. Belvedere Sarayı’na gelmek istememin en önemli sebeplerinden biri Gustavo Klimt hayranlığım ve eserlerinin orijinal halini görebilmekti. Sarayın iki parçadan oluşan Barok sitilinde bir saray olduğunu söyleyebilirim. Bu kadar güzel yapının göz alıcı ve büyük bir bahçesi var. Havanın çok sıcak olmasından dolayı bahçeyi hızlı geçmek zorunda kaldım. Üst ve alt kat için ayrı ayrı bilet satılıyor, ikisini birlikte aldım. Üst katında Monet, Renoir gibi neo klasik, empresyonist, romantik ve realistik akımlardan eserler, alt katta ise Gustavo Klimt gibi modern sanatçıların eserleri yer alıyor. Klimt’in meşhur Öpücük tablosunu görmek çok güzeldi. Gelmişken her katı görmekte fayda var. Genelde Belvedere deyince Gustavo Klimt ve Öpücük akla gelse de tüm katlarda birbirinden kıymetli ressamların eserleri bulunmakta. Harika bir yapının içindeydim ancak bu yapıdan çok, buradaki resimler dikkatimi çekti. Belvedere Sarayı’nda aslında bir sanat galerisi geziyor gibi hissediyor insan. Belvedere Sarayı’nın diğer özelliği ise halka açık ilk müze olması.

SANAT TARİHİ MÜZESİ


Tam anlamıyla Viyana’ya bir müze ve sanat şehri diyebiliriz. Sanat Tarihi Müzesi’ni gezmeden dönmek büyük bir eksiklik olurdu. Bu müzenin hemen yanında Doğa Tarihi Müzesi de olmasına rağmen, her müze çok büyük ve gezmesi çok zaman aldığı için seçimimi Sanat Tarihi Müzesi’nden yana kullandım. Böylece dünyanın çok önemli eserlerini ve ressamlarını bir arada görme şansını yakalamış oldum. Güzel sanatlar okuduğum için bu eserlerin çoğunu kitaplardan öğrenmiştim ve hepsini birebir karşımda görünce ressamın parmak izlerini ve fırça darbelerini bu kadar yakından görüp renkleri ayrıntısıyla keşfetmek büyüleyici bir deneyim oldu benim için. Karşılarında oturup saatlerce onları izleyebilirdim.

Albert Dürer, Jan Van Eyck, Rubens, Rafael, Johannes Vermeer, Peter Bruegel ve daha bir çok ressamın eserlerini bir arada görebilmek çok güzeldi. Peter Bruegel’in Babil Kulesi eseri, çok sevdiğim eserler arasında. Sadece resim değil heykellerin de sergilendiği ayrı bir çok salon bulunmakta. Gezmek için en az 3-4 saat ayırmanız gerekiyor. Farklı salonlarda Mısır, Yunan ve Roma para koleksiyonları da var. Para tarihi kısmında Fatih Sultan Mehmet’in portresini içeren bir para da bulunuyor.

MOZART EVİ

Operada Mozart’ın Türk Marşı’nı dinledikten sonra Mozart Evi’ni görmeden gitmek olmazdı. Aziz Stephan Katedrali’ne çok yakın bir konumda olan Mozart Evi küçük bir sokak arasında yer alıyor. Mozart Evi’nin önünde durmak heyecan vericiydi ve beklentim çok yüksekti. Burası birkaç katlı küçük bir binaydı, merakla içeriye girdim.

Mozart 1784’ten 1787’ye kadar bu evde yaşamış. Viyana’da ayakta kalan tek ikametgahı burasıymış. Aslında Mozart hayranlığım İstanbul’da gittiğim Amadeus adlı tiyatro oyunundan sonra arttı. Klasik müziğin ünlü bestekarı Mozart’ın evindeydim ve burası klasik müziğin başkenti Viyana’da en ünlü besteleri yaptığı yerdi. Figara’nın Düğünü de bu evde bestelenmiş.
Müze beklentimin çok altında kaldı, çok daha farklı hayal etmiştim. Daha fazla eşya ve daha fazla Mozart’tan izler bekliyordum. Besteleri ve kendi el yazısıyla yazdığı çalışmaları çerçeveler içinde sergileniyor. Mozart’ı hissetmek için mutlaka evine gelmeniz gerekmez, sokaklarda, meydanlarda aslında her yerde Mozart’ın ruhu sizinle geziyor.


AVUSTURYA ULUSAL KÜTÜPHANESİ


Avusturya Ulusal Kütüphanesi, Viyana’ya gelmeden önce mutlaka görülmesi gereken yerler arasındaydı. Dışarıdan çok sade görünen binanın içinde muhteşem bir yapı bizi karşılıyor. Beklentimin çok üzerinde güzel bir yapıydı. Bina Hofburg Sarayı’nın içinde bulunuyor ve kurulduğu tarihte saray kütüphanesi olarak kullanılmış.
Kütüphanenin tasarımı 1680 yılına dayanmakta ancak Osmanlı ordusunun kuşatmasıyla inşaatı ertelenmiş, bu erteleme ile birlikte daha kapsamlı bir planla yapılmaya başlanmış. Avusturya Barok dönemi karakteristik özelliklerini yansıtan eşsiz bir mimariye ve estetik bir görüntüye sahip. Mimari kusursuzluğunun yanı sıra içinde çok sayıda eser bulunmakta. İçeri girer girmez kitap kokusunu hissediyorsunuz. 75 milyon eserin bulunduğu devasa bir kütüphane burası. Ülkemizde de böyle bir kütüphane olmasını isterdim. Özellikle kitapseverlerin Viyana’da mutlaka görmesi gereken yerlerden birisi burası. İç mekandaki tavanlar inanılmaz güzel fresklerle dolu, sadece mimari yapısıyla bile görenleri kendisine hayran bırakacak özellikte bir yapı.

HOFBURG ve SCHÖNBRUNN SARAYI

Avusturya Macaristan İmparatorluğu hanedanına ev sahipliği yapmış, Viyana’nın en önemli saraylarından birisi olup daha çok kışlık olarak kullanılırken, Schönbrunn Sarayı ise yazlık saray olarak tercih edilmiş. Zamanımın kısıtlı olması sebebiyle Schönbrunn Sarayı’nı gezme şansım olmadı ama mutlaka görülmesi gereken yerlerden birisi. Özellikle bahçeleriyle ve Franz Joseph’in eşi Sisi’nin birbirinden güzel anılarının geçtiği saray, bu yönüyle Sisi’nin enteresan hikayelerine de ev sahipliği yapmış.
Hofburg Sarayı’nda binlerce tarihi eser var. Barok mimarisi burada da gözler önünde. Barok, Gotik, Rönesans mimarisinin harmanlanmasını görebilirsiniz. Aynı zamanda Kraliyet Sarayı olan bu sarayı bilet alarak gezebilirsiniz. Çok büyük bir alana yayılmış saray, günümüzde pek çok müzeye de ev sahipliği yapmakta. İçinde Efes Antik Kenti’nden alınan eserler de var. Aziz Stephan Meydanı’na yürüme mesafesinde olan saraya ulaşım oldukça kolay. Sarayın içinde İmparator Franz Joseph ve Sisi’nin bazı odaları gezilebilir. Ayrıca Sisi Müzesi’ni gezerken, kraliçe hakkında da oldukça fazla bilgiye sahip oluyorsunuz. Diğer taraftan saray, gece ışıklandırması ile muazzam bir görsel şölen sunuyor bizlere.
Viyana gezisi süresince, bir çok yere yürüyerek giderek, günlük 27 bin adımla ayrı bir rekora da imza atmış oldum.

Viyana ile Vedalaşma: Sanatla Dolu Bir Rüyanın Sonu
Viyana’yı diğer şehirlerden ayıran en önemli unsurlardan biri, sanata duyulan tutkunun her köşeye sinmiş olması. Müzik, Viyana’da sadece bir aktivite değil, bir yaşam tarzı.
Viyana’dan ayrılmak, bir rüyadan uyanmak gibi. Şehri ardında bırakmak, hayranlıkla izlediğiniz bir sanat eserinin önünden ayrılmak kadar zor gelir insana. Belvedere Sarayı’ndan ayrılırken, Klimt’in “Öpücük” tablosundaki altın parıltılar hala aklımda. Viyana, sadece bir şehir değil; sizi sarmalayan, içine çeken ve asla unutulmayacak izler bırakan bir sanat eseri.
Ayrılırken, şehre son bir teşekkür ettim. Viyana’nın caddeleri, müzikle yankılanan sokakları ve büyüleyici sanatı zihnimde yer etmişti. Şehre son bir bakış atarken, “Sanatın şehrine veda ediyorum,” diye düşündüm. Fakat bu veda, bir son değil, belki de ileride tekrar buluşulacak bir anın habercisiydi.
Viyana, hafızanızda bir yerlerde hep kalacaktır; tıpkı büyük bir sanat eserinin insanda bıraktığı iz gibi.
Kaleminize, yüreğinize sağlık. Rehberliğiniz için teşekkür ederim
Okuduğum en kapsamlı ve akıcı anlatımı olan bir gezi yazısı. Elinize sağlık.
hocam efsane bir yazi olmus, gercekten cok bilgilendirici elinize saglik
gerçekten hayran kaldığım bir yazı olmuş ellerinize sağlık ülkemizden ne güzel kalemler çıkıyormuş
Çok basarili bir yazı takdir ediyorum hocam
Viyana’yı gidip görmüş biri olarak tekrar gitmişim gibi hissettim. Cidden harikulade bir gezi yazısı olmuş, ellerinize sağlık.
Ellerinize ve kaleminize sağlık, Avrupanın kültür başkentlerinden olan Viyana’yı sayenizde görmüş kadar olduk.