
Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 18



1964 – 1990 arasında, şimdi geriye dönüp baktığımda, göz açıp kapayıncaya kadar geçmiş olduğunu fark ettiğim 26 yıllık bir Hilton macerasından hatırladığım kadarıyla anılarımı paylaştığım yazı dizimizin sonlarına yaklaşırken, aklıma ilk garsonluk yıllarıma ait bazı anılar da yeni yeni gelmeye başladı.
Bunlardan bir tanesi de, daha önceki yazılarımda da bahsettiğim Bay ve Bayan Cavaliero çifti ile ilgili… Cavaliero ailesinin oldukça varlıklı olduğu söylenirdi. Otelin karşısındaki cadde üstünde iki apartmanları olduğu da sıkça konuşulurdu otelde…
Cavaliero’lar yaşlı bir çiftti ve her iki haftada bir, pazar günleri Şadırvan‘da yaptığımız (yine daha önceki yazılarımda bahsettiğim) Smorgasbord Buffet’e katılmaya gelirlerdi. İçecek olarak Bay Cavaliero bir kadeh viski isterdi, “Kuzum, Johnnie Walker olsun ama mutlaka…” derdi her seferinde siparişi verirken.
Yine bir pazar günü, benim masama otururken Johnnie Walker viskisini istemişti her zamanki gibi. O anda elimizde bulunmamaktaydı bu marka ve ben de ona Vat 69 viski servis etmiştim. Hiçbir şey anlamadan afiyetle içmişti…
Cavaliero’lar yemekten sonra da bir Türk kahvesi isterlerdi… Ve karı koca bir kahveyi ortaklaşa içerlerdi. Tatlı büfesine kalktıkları zaman, Bayan Cavaliero büyücek çantası kolunda büfeye kalkar, büfeden bazı tatlıları da çantasına atardı. Şimdi düşünüyorum da herhalde çantasının içinde bir kabı vardı.
Şeflerimiz bu konuyu bildiklerinden bizi sıkı sıkıya tembihlerdi ve o yüzden görmezden gelirdik.
Bir dönem —tam tarihini hatırlamıyorum— bir petrol sıkıntısı vardı, evlerde kaloriferler yanmıyordu. Birçok kişi gibi Cavaliero çifti de lobby‘mizi mekan tutmuşlardı. Bir fincan kahve içip saatlerce otururlardı. Arada ayakları açılsın diye uzun koridorda Bosphorus Terrace’a kadar yürüyüp, geri lobby’e dönüp otururlardı.
O günlerden birinde Şadırvan’da bir Fransa gecesi tertiplenmişti. Hatta kocaman bir Air France uçağı maketi Şadırvan’ın bahçe alanında, cam önünde sergilenmişti. Cavaliero çifti de gelmişti.
Fix menü servis ediyorduk. Cavaliero çifti yine benim masama denk gelmişti. Arada çağırıp “çatalım yok”, “bıçağım yok” gibi küçük sitemlerde ve şikayetlerde bulunuyorlardı. Ben de özür dileyip isteklerini yerine getiriyordum.
Gece bitti, misafirler gitmeye başladı. O anda gözüm kapı girişi tarafına ilişti. Baktım, güvenlik şefi Niyazi Bey de kapıda durup salona bakıyor. Bir güvenlik sorunu yoktu ama sonradan öğrendiğime göre, uçak maketini merak etmiş, görmek istemiş.
O ara madam Cavaliero kalktı. Kalkarken kucağındaki peçeteyi düşürdü ve bir şangırtı geldi kulağıma peçete yere düşerken. O an anladım neden sürekli eksik takımdan şikayet ettiğini: çünkü yemek takımlarını peçeteye sarmıştı ve götürecekti.
Hemen eğildim, yerden aldım peçeteyi ve içine sarılı olanları.
“Madam Cavaliero,” dedim, “Kapıdaki bey güvenlik şefi, bize doğru bakıyor. Başka zaman çalarsanız bugün tehlikeli,” dedim.
Hem ne yaptıklarını anladığımı ima ettim hem de aslında uyardım. Homurdanarak gittiler. Tabii bu onları utandırmadı; yine gelmeye devam ettiler.
Geleceğe dönüş yapalım ve yönetimimdeki Roof Rotisserie Restaurant’ımızın anılarına devam edelim…
Sürekli gelen iki çift vardı ve aşağı yukarı iki haftada bir gelirlerdi. O dönemde masalara vazo içinde çiçek yerine, ufak saksılarda toprağı ile canlı çiçek koyuyorduk.
Yemek sonunda kalkarlarken illaki masadaki saksıyı almak isterlerdi. Garsonlar beni çağırırdı. Ben de, “Bir poşet getirin, poşete koyup da götürsün konuklarımız,” derdim.
Bir gün gene yemeğe gelmişlerdi. Yediler, içtiler, eğlendiler. Hesap isterken beni çağırmışlar. Ben de gittim yanlarına.
Gülerek “Senden bir şey isteyeceğim,” dedi.
Ben de “Buyurun,” dedim.
“Sizin küçük tatlı kaşıklarınızdan altı tane verir misin?” dedi.
Bu kadar pişkin bir şekilde böyle bir talepte bulunmasına şaşırmıştım.
Ayazağa’daki Park Otel kapandıktan sonra, orada kullanılan “PO” yazılı gümüş takımları satın alınmıştı ve biz de bu gümüş takımları kullanıyorduk. Bizim “IH” (International Hilton) yazılı gümüş takımlarımız çok azalmıştı çünkü.
Ben, “Vermem,” dedim ama adam bu sefer “Parasını vereyim,” dedi.
Ben yine bunun olamayacağını söyledim.
Adam bana, “Bak şef,” dedi, “sizin küçük giriş yemeği, ana yemek, balık, çorba takımlarınızdan her gelişimizde birer ikişer yürüterek altı kişilik bir set yaptık. Bir tek tatlı kaşığı eksiğimiz kaldı, onu da sen ver de uğraşmayalım. Bir türlü denk getiremiyoruz,” dedi.
Güldüm. “Olur,” dedim. “Ama bir şartla: tabak ve bardak koleksiyonu yapmayacaksınız!”
Yıllar içinde bu tarz insanlarla çok karşılaştım. Gittikleri yerlerden mutlaka bir iki şey ‘anı’ olarak çalıp evlerinde koleksiyon yapan insanlar…
Yine hatırlıyorum, eşimin bir arkadaşı vardı. Bir gün evlerine yemeğe davet etmişlerdi. Yemek masasında muhtelif restoranların armasını taşıyan yemek takımları vardı. Şaşırmıştım, “Bunlar ne böyle?” dedim.
Eşimin arkadaşı, eşinin bir hastalığı olduğunu, her gittikleri restorandan bir şey çaldığını ve “Son sahibini buldu,” diyerek evindeki vitrine koyduğunu anlatmıştı.
Bedrettin Dalan Hikayesi
Bir önceki yazımda Sultan Odası ve orada ağırladığımız konuklarımızı anlatmıştım. Aklımda kalan konuklardan biri de o dönemlerde İstanbul Belediye Başkanı Sayın Bedrettin Dalan’dı.
Bir gün belediyeden yapılan bir rezervasyon talebiyle Sultan odamızı ayırmıştım. Belediye başkanımız, üç Arap misafiri ile gelmişti. Konuklar Arap kıyafetleriyle, güler yüzlü kişilerdi. Menüden yemeklerini seçtiler. Kebap falan değil, batı usulü yemekler sipariş ettiler. Bir tanesi de ana yemek olarak “pepper steak” istemişti. Ben de o yemeğin sosu olan demi-glace sosunda şarap olduğunu söylemiştim ama adam “no problem” demişti.
İçecek ne alacaklarını sorduğumda ise Fransız şarabı sordular. Ben de Türk şaraplarını övüp Kavaklıdere Özel Kav şarabından önermiştim. Bedrettin Bey sinirlenip arada kulağıma, “Şarabı nereden çıkardın, Müslüman olduklarını görmüyor musun?” diye bir çıkış yaptı.
Adam yine olayın ne olduğunu fark edip “no problem” dedi ve “biz ülkemizde de şarabımızı içiyoruz” dedi. Siparişler alındı. Bedrettin Bey “Ben sadece bir meyve salatası yiyeceğim, karnım tok,” dedi. Şaşırmıştım ve aslında sinirlenmiştim. İstanbul gibi bir mega kentin belediye başkanı böyle olmamalı diye düşünmüştüm.
Servis başladı, şarap servisi yapıldı. Bedrettin Bey içmiyordu. Masalara ilk olarak “crudité” dediğimiz, dip sos eşliğinde yeşillikler koyardık. Ayrıca içinde birkaç zeytin olan, biberiye ve kekikle lezzetlendirdiğimiz sızma zeytinyağı koyardık. Eski dönemlerde tereyağı servis ederdik ama son zamanlarda tereyağı yerine sızma zeytinyağı servis ediyorduk. “Nouvelle Cuisine” denen bir akım başlamıştı o aralar.
Başlangıç yemekleri servis edildi. Bedrettin Bey’in önü boş… Bir ara ben masada bir eksik var mı diye bakınırken “Şef, hani benim meyve salatam?” dedi. Ben de “Efendim, konuklarınızın tatlı siparişi ile birlikte sizin tatlınızı servis ettireceğim” dedim ve meyve salatasını beklettim.
Bazen böyle kızıp agresifleştiğim zamanlar oluyordu. Bedrettin Bey de bekledi…
Bu olaydan sonra, ileride bu restoranın aşçıbaşısı olacak olan rahmetli arkadaşım Aybek Şurdum, her arkadaş grubu toplantımızda bu olayı anlatır, gülüşmelere yol açardı.
Emeklilik Sonrasi Zorlu Grand Otel
Hilton’dan emekliliğim sonrası bir süre Divan Otelinde, sonra Merit Halki Palace’da, sonra Coliseum’da, sonra Trabzon Zorlu Grand Otel’de çalışmıştım.
Aslında gittiğim yerlerde pek uzun süre kalmayı düşünmüyordum. Zaten emekliydim ve meşgale olsun istiyordum. Çok uzun süreli olursa sıkılacağımı düşünüyordum.
Mesela bir dönem Coliseum Acarkent’teydim. Patron İsmet Acar’ın kızı Funda Acar, işleyişe müdahaleler etmeye başlamıştı. Zaten bir buçuk senedir oradaydım, sıkılmaya başlamıştım. “Buyurun, siz benim görevimi yapın, ben ayrılıyorum” demiştim ve ayrılmıştım.
Bir süre sonra eski bir Hilton’lu olan Hikmet Işıldak beni aradı. Zorlu’da yiyecek içecek müdürü olmuş. Ön Büro’dan Asım Bey de Zorlu’nun genel müdürü olmuş. Yine eski Hilton’lu Ümit Akyıldız genel müdür vekili olmuş. Serviste problemleri varmış, “Yardımcı olur musun?” diye sordu.
Bana da yine yeni bir oluşum olduğu için cazip geldi. Trabzon’u görmek de enteresan olacaktı. Araştırdım biraz. Zorlu Grand Otel inşaatı başlamış, daha sonra muhtelif sebeplerle inşaat yarım kalıp durmuş.
Sonraları Mesut Yılmaz başbakanlığı döneminde Zorlu’ya “Şu oteli alıp sen inşa et de Trabzon’da bu çirkin yarım inşaat görüntüsü kalksın” demiş. O da bu rica üzerine oteli yapmış. Ben oraya gittiğimde bu hikayeyi anlamışlardı.
Zorlu Bey Türkmenistan seyahatinde kaldığı otelin hizmetini çok beğenmiş. O otelin müdürü de Asım Bey’miş. “Trabzon’a gel, yeni bir otel yaptım, orayı yönet,” demiş. O da Türkmenistan’daki mutfaktan housekeepinge kadar ekibini toplayıp Trabzon’a getirmiş.
Otelin çok güzel bir lobbysi vardı. Lobby’de bir barı ve Corn d’Or adlı bir restoranı vardı. En üst katında da Facuna isimli bir restoranı vardı. Ayrıca Balo Salonu ve Toplantı Salonları vardı. Sanki Hilton’a gitmiş gibi hissetmiştim.
İlk icraatım lobby’de beş çayları başlatmak oldu. Zaten lobby’de Gürcü piyanist Igor, harika müzik yapıyordu. Keyifliydi. Trabzon’u da sevmiştim.
Beş ay kadar sonra Hikmet Işıldak ayrıldı. Daha sonra Asım Bey, “Jirayr, sen Hikmet’in görevini de devral, daha sonra yiyecek içecek müdürlüğüne getirildiğinin duyurusunu yapacağım,” dedi.
Arada Aybek Şurdum’la telefonla görüşüyordum. Bir gün Aybek aradı:
“Abi, Koleksiyon Mobilya’nın sahibi Faruk Malhan Boğaz’da, Koleksiyon mağazalarının ve idari binasının yerleşkesinde çok iddialı bir restoran yapıyor. Beni istedi organize etmem için. Ben de senden bahsettim. Beraber olursak olur dedim. Gelir misin?” dedi.
Ben de, “Şimdi ayıp olur. Hikmet ayrıldı, Asım da bana onun görevini teklif etti. Bırakıp gelmem olmaz” dedim. O da beni daha fazla zorlamamak için “Peki” dedi.
Kader bu ya… Hilton’da bir dönem maliyet hesapları müdürlerinden Emre Bey, ithal otel restoran malzemeleri satan bir işletme açmış. Asım Bey de Zorlu’nun bütün restoran malzemelerini ondan almış zamanında…
Bir gün Aybek de Koleksiyon için gerekli servis malzemelerini seçmek için oraya gitmiş. Asım da yine biraz malzeme almak için oradaymış ve karşılaşmışlar.
Biraz sohbetten sonra Asım, Aybek Şef’e “Gel seni Trabzon’a götüreyim. Hikmet ayrıldı. Seni yiyecek içecek müdürü yapayım” demiş. Aybek de şaşırmış ama “Olmaz, şu an Koleksiyon’la anlaşmam var” demiş.
Biraz zaman geçince Aybek bu durumu bana anlatmaya karar vermiş, beni aradı ve durumu anlattı. Çok sinirlenmiştim. Akşam eve gittim, toparlandım, sabaha karşı arabama binip yola çıktım.
Çıkmadan Asım Bey’e bir mektup yazmıştım. Onu da otelin üst düzey personel için tuttuğu apartmanda komşum olan Housekeeping hanımın kapısının altından içeri atmıştım.
Mektupta, özetle otelciliğe yakışmayan bu tarz iki taraflı oynayan tavrından söz edip, kendisiyle çalışmak istemediğimi söylemiştim.
Koleksiyon Restaurant
Neticede ben de Koleksiyon’a gittim. Faruk Malhan’la tanıştık. Çok şık bir menü hazırlandı. Yemek ve servis takımlarımız mükemmeldi. Restoranı açtık.
Bir gün Faruk Malhan, üç arkadaşıyla yemeğe geldi. İki kişi başlangıç yemeği aldı, diğer ikisi sadece ana yemek istedi. İkisinin başlangıç yemeği geldi. Diğer ikisi bekliyorlar. Faruk Bey beni çağırdı, “Niye iki kişinin yemeği gelmedi?” diye sordu.
Ben de “Onlar sadece ana yemek alıyorlar. Siz giriş yemeklerinizi bitirdikten sonra dört ana yemek aynı anda gelecek,” dedim. İşi bilen bir arkadaşını arayıp sordu. O da beni doğrulamış herhalde… Sonrasında benden usulca özür diledi.
Aybek’e “Faruk Bey ile bir akşam Hilton’a, Roof Rotisserie’ye yemeğe gidelim,” dedim. Faruk Bey’e de söyledik ve kabul etti. Günü saptadık. Oteli aradım.
Benim zamanında komi olarak banketten Roof Rotisserie’ye aldığım Eyüp Özdemir’i hatırlarsınız eski yazılarımdan… Artık yiyecek içecek müdürlüğüne geçmişti. Onunla konuşup bir masa ayırdım.
Akşam üç kişi gittik. Yiyecekler, içecekler söylendi. Ben başlangıç yemeği istemedim. Faruk Bey benim beklediğimi gördü. Ana yemekler geldi. Ben ve Faruk Bey erken bitirdik tabağımızı, Aybek ağır yiyordu.
Faruk Bey “Bu mu Hilton’unuz? Şu biten tabağımı ne kadar zaman oldu, kaldırmıyorlar” dedi.
“Ben de bitirdim ama kaldırmazlar. Onlar benim talebelerim,” dedim.
O ara Aybek bitirdi, anında masa başında bulunan garsonumuz tabakları topladı.
“Masada herkes bitirmeden tabaklar kaldırılmaz” dedim. Eğitim şart.
Finalde Faruk Bey hesabını istedi. Garson, Eyüp Bey’in “entertainment check” (misafir hesabı) açtırdığını, misafirimiz olduğunuzu söylediğini iletti.
O gün masaya bakan garson da Erbil isimli bir talebemdi. Benim zamanımda komi olarak başlattığım çocuklardan biriydi. O da ileriki yıllarda üst düzeylere terfi etmişti.
Son günlerde aldığım duyumlara göre, İstanbul’da açılan birçok Hilton’un birinde müdür seviyesinde bir pozisyonla çalışmaya devam ediyormuş.
Yine Bir Eski Anıya ve Hilton’umuza Dönelim
Bir cumartesi günü, salon neredeyse rezervasyonlarla dolmuştu. Fatih 1 bölümünde de Banquet bölümünün satışıyla 40 kişilik bir düğün yemeği alınmıştı. Fatih 1’deki daveti Fatih 2’ye kaydırıp, Fatih 1’e de müşteri almayı düşünüyordum. Ferda Hanım’a söyledim (Banquet Müdüresi), “Olmaz” dedi, “Israrla orayı istediler, müzikten de istifade etmek istemişler.”
Ancak ben diğer gelen rezervasyon taleplerini geri çevirmek istemiyordum. O gün iyi bir ciro ve iş olacaktı. Davet sahibinin ziyafet emrini alıp inceledim. Bir düğün yemeğiydi ve davet sahibi isimler Ermeni isimleriydi. Tanıdığım müşterilerden değildi.
Ferda Hanım’dan telefon numaralarını alıp telefon ettim ve akşamki davet için konuşmak istediğimi söyledim. Adam sinirli bir şekilde “Ne daveti kardeşim, davet falan yok, bizim çocuklar ayrıldılar,” dedi ve telefonu yüzüme kapattı. Şaşırdım ve Ferda Hanım’a gidip olayı anlattım. O da şaşırdı, “Olur mu öyle şey? Kontratımız var, ödemeyi alırız,” dedi.
Ben ona “Sen yine de bir ara,” dedim. Adam ona da söylenmeye başladı. Ben Ferda Hanım’a telefonu bana vermesini işaret ettim. Aldım telefonu, “Bakınız beyefendi, bence biraz sakin olup öyle konuşun,” dedim. “Bence beklenmedik bir olay olduğu için daveti erteleyeceğinizi söyleyin. Yoksa böyle sert üslupla konuşursanız olay mahkemelere intikal eder, üzülürsünüz,” dedim ve devam ettim, “Hem belli mi olur, bir süre sonra olayınız ne ise tatlıya bağlanır,” dedim.
Adam, “Tamam, öyle yapalım. Daveti ileri bir tarihe alalım,” dedi. Hakikaten bir ay kadar sonra düğün yemeğini yaptık ve sürekli gelen bir müşteri daha kazandık.
Sürekli müşteriler artıyor ve gelmeye devam ediyordu. Bir gün Cevher Özden gelmişti, Banker Kastelli. İlk defa gelmişti. Bir hafta sonuydu. Tesadüfen salonda da büyük iş insanları vardı. İki kişi gelmişlerdi. Bir masaya aldım. Arkadaşım, rahmetli Hasan Özdemir yanımdaydı. “Hasan, bundan sonra Kastelli de sık sık gelecek,” dedim.
“Neden abi?” diye sordu. Cevap basitti: “Salonda bu kadar çok büyük iş insanı var. Bir şekilde onlarla kaynatmak ister. Neticede o da meşhur olmuş bir banker,” dedim. Hakikaten o da bir süre gelmeye devam etti. Ta ki banker fiyaskosuna kadar…
Mithat Boyner ve Çakmaklarımız
Mithat Boyner gelmişti bir akşam. Sohbet ettik. Giderken, “Amerika’ya gidiyorum, dönüşte bir şey getireyim mi sana?” dedi.
“İstemem, sağlıkla git, sağlıkla dön,” dedim. Israr etti. Ben de “Bir Dupont çakmak getir,” dedim. Sonra da, “Yok, şaka yapıyorum, gerçekten bir şey istemem,” dedim.
Bir süre sonra Amerika dönüşü geldi, Dupont çakmağı getirmişti. Şaşırmıştım, utanmıştım. Oldukça pahalı bir çakmak olduğunu duymuştum. “Kendime de bir Zippo çakmak aldım,” dedi.
“Bakabilir miyim?” dedim. Verdi çakmağı. Ben de Dupont’u ona verdim. “Değişelim çakmakları, bu size daha çok yakışır, Zippo da bana,” dedim.
“Olmaz,” dedi. Israr ettim, neticede Zippo bende kaldı.
Kuşadası Kervansaray Otelinin sahibi Ferdi Uçar Gönül de ara sıra gelen konuklarımdandı. Aysun Ercan orkestrası da yazları Kervansaray’da çaldıkları için arkadaş olmuşlardı. Onunla da dost olmuştuk. Yazın mutlaka “Kervansaray’a gel, misafirim ol,” derdi.
Sonunda bir gün Kervansaray’a gittim. Uzun sohbetlerden sonra İzmir’de bir yer açma projesinden bahsetti. Uzun uzun açılacak yer hakkında sohbetler ettik. Sonuçlarını bir sonraki yazımda paylaşırım.
Mustafa Tatlıcı’nın İngiliz Misafirleri
Bir gün Figen Hanım aradı. Mustafa Tatlıcı Bey’in masasındaki sürekli konuklardandı. İngiltere’den arıyordu. Mustafa Bey’in benimle konuşacağını söyledi.
Mustafa Bey aldı telefonu. Cumartesi günü altı kişi olarak geleceğini, İngiliz konukları da olduğunu söyledi. Ona göre görkemli bir yemek sunmak istediğini belirtti. “Türk mutfağından özel bir şeyler mi?” diye sordum. “Hayır,” dedi. “Başlangıç olarak siyah havyar blinis istiyorum, arada sizin deniz mahsullü crepinizi istiyorum, ana yemek de kuzu sırtı fırın istiyorum,” dedi.

“Olur,” dedim ama caviar blinis’in ne olduğunu tam olarak bilmiyordum ve menümüzde de yoktu. Mutfakta Chef Eberl vardı, ona sordum. Biliyordu ama “Burada yapamayız,” dedi. Blinis, havyarın bir pancake üzerinde servis edildiği bir şeymiş. Yalnız o pancake, değişik bir undan yapılıyormuş ve o un Türkiye’de yokmuş. Bu yüzden “Burada yapamayız,” dedi.
Ben ısrarla, “Eldeki unumuzla yapalım,” dedim. “Olmaz,” dedi. Aşçıbaşı De Vries’e de söyledim. O da aynı şeyleri söyledi. Aybek kardeşimi çağırdım, durumu anlattım. “Bana kalınca, 10-12 cm çapında, kalınca yuvarlak altı tane pancake hazırlanmasını ama mutfağa haber vermemesini” söyledim. “Olur abi,” dedi.
Akşam pancake’leri aldım. Masa başında flambe arabasında tavaya koyup hafifçe çevirdim. Üzerlerine votka döküp alevlendirdim, kenara aldım. Biraz soğumasını bekledim. Alevlendirdiğim pancake’leri tabağa alıp üstlerine biraz krema koydum. Kremanın üzerine siyah havyarı koydum. Yanına rendelenmiş yumurta akı ve sarısını, biraz da ince kıyım soğan koyup servis ettirdim.
Beraberinde de bizim meşhur sarı votkamızı servis ettirdim. Sırasıyla diğer yemekler de servis edildi. Mustafa Bey çok memnundu. Konuğu İngiliz, giderken beni tebrik etti. Aşçıbaşı De Vries, yaptığımı öğrenince, yardımcı olmadığı için gelip benden özür diledi.
- Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 18Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 18 1964 – 1990 arasında, şimdi geriye dönüp baktığımda, göz açıp kapayıncaya… Daha fazla okuyun: Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 18
- Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 17Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 17 Roof Restaurant girişindeki set üstünde yer alan Sultan Odası, altı kişilik… Daha fazla okuyun: Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 17
- Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 16Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 16 Bizim yaşlarda bazı haberleri almak hoş olmayabiliyor… Geçen günlerde yine… Daha fazla okuyun: Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 16
- Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 15Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 15 Kartalkaya Yangını ve Otel Güvenliği Üzerine Bir Hatırlatma Tüm ülke,… Daha fazla okuyun: Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 15
- Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 14Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 14 Bence herkesin çalışma hayatında bir “ilk göz ağrısı” vardır. En… Daha fazla okuyun: Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 14
- Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 13Yeni bir yıla daha girdik… Her geçen gün, sektör farklı bir yere doğru evriliyor… Geçmiş ise geleceğe… Daha fazla okuyun: Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 13
- Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 12Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 12 Anılar, yazımın yeni bölümüne başlamadan evvel, gündem haberleri arasında görmüş… Daha fazla okuyun: Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 12
- Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 11Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 11 İnsan beyni ilginç… Her ne kadar anıları kronolojik bir sıra… Daha fazla okuyun: Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 11
- Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 10BİR ZAMANLAR HİLTONDA – Bölüm 10 Bir önceki bölümde belirttiğim gibi 73’te Captain olmuştum… Her iş yerinde… Daha fazla okuyun: Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 10
- Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 9Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 9 Otel personelinin yemekhanesi olan o muhteşem manzaralı Çamlıca Restaurant’tan bahsetmiştim… Daha fazla okuyun: Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 9
- BİR ZAMANLAR HİLTON’DA – Bölüm 8Askere gitmemden 2 ay kadar önce fırsatını bulduğum doğru bir anda Headwaiter’imiz Altay beyden bir ricada bulunmuştum.… Daha fazla okuyun: BİR ZAMANLAR HİLTON’DA – Bölüm 8
- BİR ZAMANLAR HİLTONDA – Bölüm 7BİR ZAMANLAR HİLTONDA – Bölüm 7 Terfiden sonra bana bir şevk geldi tabii… Her ne kadar genç… Daha fazla okuyun: BİR ZAMANLAR HİLTONDA – Bölüm 7
- Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 6Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 6 Yıllar hızla akıp gider… Bir bakararsınız ki hızlı ve hareketli… Daha fazla okuyun: Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 6
- BİR ZAMANLAR HİLTON’DA – Bölüm 5 Hilton’da Şadırvan Geceleri…BİR ZAMANLAR HİLTON’DA – Bölüm 5 Hilton’da Şadırvan Geceleri… Yiyecek ve İçecek departmanının bir otelin en zorlu… Daha fazla okuyun: BİR ZAMANLAR HİLTON’DA – Bölüm 5 Hilton’da Şadırvan Geceleri…
- BİR ZAMANLAR HİLTONDA – Bölüm 4BİR ZAMANLAR HİLTONDA – Bölüm 4 Hilton‘un Derinliklerinde: Oda Servisi Hikayeleri Her geçen gün bir otelin açılmadığı… Daha fazla okuyun: BİR ZAMANLAR HİLTONDA – Bölüm 4
- Bir Zamanlar Hilton’da: Jirayr Zagikyan’ın Anıları – Bölüm 3Bir Zamanlar Hilton’da: Jirayr Zagikyan’ın Anıları – Bölüm 3 Teşekkür Hotel Gazetesi olarak yayımladığımız “Bir Zamanlar Hilton’da”… Daha fazla okuyun: Bir Zamanlar Hilton’da: Jirayr Zagikyan’ın Anıları – Bölüm 3
- Bir de Komi mi Olacağım? Hilton’da 27 Yılın Başlangıcı / Bölüm 2Bir de Komi mi Olacağım? Hilton’da 27 Yılın Başlangıcı / Bölüm 2 Aradaki boşlukları doldurmak adına, aslında… Daha fazla okuyun: Bir de Komi mi Olacağım? Hilton’da 27 Yılın Başlangıcı / Bölüm 2
- Bir Zamanlar Hilton’da: Jirayr Zagikyan’ın AnılarıBir Zamanlar Hilton’da: Jirayr Zagikyan’ın Anıları Hotel Gazetesi olarak, siz değerli okuyucularımızı, otelcilik sektöründe yıllarca çalışmış bir… Daha fazla okuyun: Bir Zamanlar Hilton’da: Jirayr Zagikyan’ın Anıları