Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 9
Otel personelinin yemekhanesi olan o muhteşem manzaralı Çamlıca Restaurant’tan bahsetmiştim daha önceki yazımızda… Bu personel yemekhanesi haricinde Captain ve üstü olabilecek skaladaki, tabiri caizse “ikinci sınıf idareciler” için de “Second Officer Dining Room” olarak isimlendirdiğimiz bir yemekhane daha vardı ve bu yemekhanede bir garson bu idarecilere servis ederdi. Özel çıkarılan günlük bir set menü vardı. Bu bölüme şu anda ismini hatırlamadığım Rum asıllı bir garson hizmet ederdi.
Birinci sınıf müdürler, yani Ön Büro Müdürü, Santral Müdürü, Çamaşırhane Müdürü, Teknik Müdür gibi pozisyonu olanlar ise Bosphorus Terrace’ta bir müşteri gibi menüden seçip yemek sipariş etme hakkına sahiplerdi, yani ‘ödenmez’ imzalayabilirlerdi. Bu imzalanan adisyonların bizdeki ismi ‘officer check’ idi. Hergün ortalama 10 kişi kadar yönetici kadro yemeğe gelirdi. Salonda set üstünde olan 10 kişilik uzun bir bölüm vardı. ‘Counter’ tabir edilen bir masa düzeni idi bu. Salona değil, Mutfağa bakan şekilde tasarlanmıştı. Tek olarak gelen müşteriler de genellikle ‘counter’ olan alana yönlendirilirdi. Yani burayı 10 ayrı masa gibi düşünebilirsiniz…
Özel Bahçe İşeri Sormulusu
Bahçe işlerinden sorumlu olan yetkili kişinin ismi Bekir bey’di. Bekir bey’i, çocuk yaşlarında Atatürk Orman Çiftliği’nin tasarlandığı esnada, Atatürk’ün yanına aldığı, eğitimi ile ilgilendiği, ziraat fakültesinde okuttuğu söylenirdi, otelde… Otelin inşaası döneminde Bekir bey yetkilendirilmiş, bütün Otel arazisinin ağaçlandırılması, çiçeklendirilmesi, otel içi alanların da salon ağaçları ve çiçekleri ve de dekorasyonu ile Bekir bey ilgilenmişti. Otel içinde bir saksıyı bile yerinden oynatsak kıyameti koparırıdi.
Bazen masa dekorasyonu için likstrum denen şimşirlerden koparırdık bahçelerden. Önemli masalara ‘Su Yolu’ yapardık. Captain Orhan bu tarz dekorasyonların meraklısıydı. Bazı masalara çiçeklerden parterler hazırlardı. Tabii bahçeden toplanan çiçeklerle yapılırdı bunlar ve eğer çiçekleri koparırken Bekir beye yakalanırsak o anda otelde büyük kıyamet kopardı.
Bekir bey’in Otelde bir odası vardı. Sabah, öğle ve akşam yemeklerini Bosphorus Terrace’ta yerdi. İlginç huyları vardı… Kahvaltısında yiyeceğ beyaz peynirin ısıtılmış şişe suyuyla sudan geçirilmesini ve sonra servis edilmesini isterdi mesela. Counter kısmına kız garsonlar hizmet ederdi çoğunlukla. Salonda Semra, Sevgi, Nermin, Handan, Hülya isminde 5 kız garsonumuz vardı.
Bosphorus Terace’te romantizm
Bosphorus Terace’te romantizm de vardı… Hasan Kazankaya isimli film yapımcılığı da yapan bir misafirimiz vardı. Nemin’e platonik bir ilgi duyduğunu tahmin ederdik çünkü Nermin genelde counter’e bakardı. Ve Hasan beyimiz de sabah kahvaltı saati ile birlikte gelir, öğle yemeğine kalır rakısını içer, uzaktan uzaktan Nermin’i seyrederdi.
Otelciler genelde otelcilerle evlenir… Zaman içinde, Nermin garson Bertal Yıldırım’la evlendi, Semra garson Metin Ateşlikan’la evlendi, Hülya garson İhsan Ülgen’le evlendi, Handan da Bar Supervisor Süleyman Karanfil’le evlendi… Handan ve Süleyman daha sonra Amerika’ya yerleştiler…
Televizyon almak bir Lüks… Hilton’lu olmak bir Prestij…
Diğer kız garsonumuz Sevgi ise otel dışından bir kuaför ile evlendi… Tünel’de evlenme dairesinde nikahına davetliydim ve gitmiştim. Oraya kadar gelmişken, nikah çıkışı Yüksek Kaldırımdan aşağı Karaköy’e inip bir arkadaşıma uğramayı düşünüyordum ama aniden bir yağmur başladı… Sağanak yağıyor, yapacak birşey yok, bir mağazanın vitrininin önünde yağmurdan korunmak için duruyordum.
Bir an, mağazanın kapısı açıldı ve orta yaşlı bir adam, “Lütfen içeri buyurun, bu yağmurda ıslanmayın” dedi. Teşekkür ettim ve içeri girdim. Çay ikram ettiler. ”İyi Tenvirat” isimli bir mağazaydi. Elektronik aletler satıyorlardı. Sohbet ettik, ne iş yaptığımı vs. Konuştuk. O arada “Televizyon aldınız mı” diye sordu. “Hayır daha almadım” dedim.
“E madem geldiniz buraya kadar, hemen verelim bir tane” dedi, mağazanın sahibi… Ben de kibarca, o an için finansi anlamda müsait olamayacağımı dile getirdim.
“Fark etmez, senet yaparız, uygun bir ödeme planı ile ödersiniz” dedi adam. Kefil istenebileceğini o kada kısa sürede bulamayacağımı söylediğimde ise mağaza sahibi, “Lüzum yok, Hilton’da çalışıyor olmanız bizim için yeterli, düzgün bir insan olmasanız zaten o otelde çalışıyor olmazdınız” dedi.
Televizyon ve yanında da bir “regülatör” (o devri yaşayanlar bilir), bir pencere anteni ve kablolar, yani gerekli olan herşeyi, hiç peşinat bile vermeden satın aldım böylece… Şirket arabalarını çağırıp bir teknik elemanla eve yolladılar ve aynı gün Televizyonumuz bağlandı. “Hilton” ismini ve “Hilton’lu olmak” fikrini daha da çok sevmiş oldum böylece.
Bosphorus Terrace’de Ödenmezi olanlara hizmet
Headwaiter Remzi Alpay, Handan, Salman ve Nevzat Captain, Restaurant’da genellikle officer check’li müdürlerin yemek yediği son bölüme verirlerdi beni. Yoğun bir bölgeydi. Hepsinden tek tek sipariş almak, tek tek adisyon açmak zaman alıyordu. Müdürler ise beni pek tanımıyorlardı e pek tabii ben de onları.
Herhalde onların gözünde ben yeni çömez bir garsondum. Diğer masalarım da dolunca bazen iyice yoğunlaşıyordum. Müdürler’den tek tek sipariş alıp, hepsini tek tek captain order’dan Check’e yazıp siparişleri içeri vermek zaman alıyordu.
Bir süre sonra, biraz da onları tanıdıktan sonra kendimce yeni bir sistem geliştirdim. Ödenmez adisyonlarinı önlerine koyup, “lütfen arzu ettiğiniz yemekleri adisyona yazıp, altına da isminizi yazarak geri verebilir misiniz , sizlerden sipariş alma süremde diğer misafirlerimizi aksatıyorum” dedim .
Önce bir nasıl yani dediler, sonra alıştılar, onların siparişlerini toplu olarak tek bir captain order’a geçip mutfağa aktarmaya başladım. Mutfak önce yadırgadı, sonra alıştılar. Mustafa Usta vardı mutfak şefi. O anons ederdi siparişleri, Bosphorus Terrace’n mutfak şekli açık mutfaktı, counter’da oturanların en büyük zevki mutfaktaki harmonik çalışma şeklini izlemekti.
Enlemesine uzun mutfağın sol tarafındaki köşede Döner Kebap, onun yanında sandwich ve soğuk yiyeceklerin hazırlandığı bölüm, yanında Soda Fontaine denen, tatlıların, ve dondurma türlerinin hazırlandığı bölme vardı. Sağ köşede sıcak mutfakta ise Kömür ızgarası, plate ızgarası ve bu bölümlerde de arı gibi çalışan mutfak personeli… Sabah kahvaltılarında ise yumurta çeşitleri vs. oradan çıkardı.
Servis personeli, garsonların yaş ortalaması 35 civarındaydı. Benle yaşıt 20’li yaşlarda ise Doğanlı, Uğur, Peyret, gibi üç dört kişi vardı sadece. Genelde Sabah 05:00’te işbaşı yapıyordum. 07:00’e kadar Salonu hazırlayıp servise açıyorduk.
Müdavim Otel Misafirleri…
Meşhur Dündar Kılıç ailesiyle otelde kalırdı. Ayrıca Erol Simavi de otelde sürekli odası olan misafirlerdi. Bir sabah salon hazırlığı yaparken saat 06:00 gibi bir bey geldi masalara yöneldi. Salman Captain sabahcıydı ve misafiri karşıladı daha açık olmadığımızı söyledi. Adam ise, hiç duymamışçasına “çayla beraber yiyecek birşeyler getirin” dedi.
Salman Captain biraz gerildi ve yine itiraz etti. Gelen adam da Salman Captain’i itip masaya geçti oturdu. Salman bey de telefon edip nöbetçi müdürü çağırdı. Feit Volkan beydi hatırladığım kadarıyla nöbetçi müdür ve hemen geldi salona… Sorun çıkaran kişiyi görünce de biraz telaşlanarak, “Salman bey, ne yapıyorsunuz siz, hemen servis yapın beyefendiye kendisi Dündar Kılıç bey’dir” dedi ve masaya kadar gidip “Kusura bakmayın, kahvaltınız hemen hazırlanıyor” dedi.
Beni görevlendirdiler, pastahaneye inip croissant ve ekmek çeşitlerini aldım, hızlıca servisini yaptık, Teşekkür etti ve gitti. Ertesi sabah Handan bey Captain olarak sabahcıydı, Adam yine aynı saatlerde geldi, bu sefer de Handan bey karşılayıp servise daha başlamadığımızı söyledi. Dündar Kılıç, şöyle bir yan gözle Handan beye baktı “pekala şef o zaman odama çıkayım, oda servisinden birşeyler isterim” dedi ve gitti. Ben koştum gittim Captain’in yanına ondan sonra… “Handan bey siz ne yaptınız” dedim ve anlattım hem adamın kim olduğunu, hem de bir gün evvel yaşanan olayı. Ve şaka yapasım tuttu, ”herhalde odasından silahını almaya gitti, birazdan inecektir ve bizi vuracaktır” dedim.
Handan bey’in yüzü gözü bembeyaz oldu, panikledi ve bana, “aman git oğlum yetiş oğlum çağır geri gelsin, bir yanlışlık oldu de” dedi. Hem yaptığım şakaya pişman oldum hem de koştum asansörün önünde yakaladım adamı. “Dündar bey şef sizi tanıyamadı lütfen kusuruna bakmayın, siz buyurun ben kahvaltınızı hemen hazırlatıyorum” dedim. Sırtımı sıvazladı “yok oğlum, zaten yorgunum, odaya bir şeyler isterim” dedi. Dönüp anlattım Handan bey’e o da rahatladı. Dündar Kılıç uzun bir süre ailesiyle otelde kaldı, biz çalışanlara karşı gayet kibardı, Bir gün Eşi bir garsona Yüksek sesle bağırınca eşine bile kızmış ve çalışanlara karşı saygılı olmasını söylemişti.
Alışmıştım Bosphorus Terrace’a… Yoğundu ama ben hala üç puan’lık kategoride demi chef’tim. Bir türlü chef de rang olup dört puana çıkamamıştım. Mr. Lobecke zaten herhalde takmıştı bana nişan olayımdan sonra ve elinden gelse işten kovacaktı ama hem ben başarılı bir personeldim hem de sendika vardı otelde ve çekiniyordu . Bir süre sonra Lobecke ayrıldı, ve yerli bir Maitre d’hotel atanacak söylentisi çıktı otelde. Özben bey en çok konuşulan adaydı ama Ohannes Kaprielyan Maitre d’hotel’liğe terfi ettirildi. Ohannes bey boyuna posuna rağmen pasif bir kişilikti. Diğer Headwaiter’ler de ona pek yardımcı olmuyorlardı açıkçası… Benle de otelde çalışmaya başladığım günden beri ne sohbet etmişti nede bir tavsiyede bulunmuştu. O günlerde Amerika’da yaşayan bir Ermeni Türk konsolusunu vurmuştu. Bu tip olaylar insanları manupile eden olaylardır. Bosphorus Terrace mutfağından servisine kadar bana bile kötü gözle bakmaya başladılar gibi hissetmiştim. Mutfak şefi Mustafa usta nasıl kıydın güzelim adama deyip üstüme geliyordu. Handan Captain’a gittim, baktığım masaların adisyonlarını verdim, ben gidiyorum burada istenmiyorum artık dedim, ağlayarak ayrıldım.
Giyindim, giderken Maitre d’hotel ofisinin önünden geçiyordum, baktım Ohannes bey makamında oturuyor, odasına girdim, ters ters “ne istiyorsun” dedi . “Beni Bosphorus Terrace’tan alıp başka bir birime verebilirmisiniz” dedim. Amerika’daki olaydan sonra çok üstüme gelindiğini anlattım. Ters ters yüzüme baktı, “sen kim oluyorsun da direk bana geliyorsun” dedi. “Senin başında bir Captain var, bir Headwaiter var, ne sorunun varsa onlarla konuşacaksın, onlardan bana talep gelirse ben ilgileneceğim” deyip ofisinden kovdu beni.
Ertesi gün işe gitmeyip istifa edecektim, evdekilerin baskısıyla işe gittim. Ortalık sakinleşmisti. Hatta dün üzerime gelenler bugün gönlümü almaya çalışıyorlardı. Anlamamıştım birşey ama sevinmiştim. Bir gün gene servis esnasında Ohannes bey geldi, bakınıyordu, salonda bir pasta arabamız vardı, misafir masalarına çekip pasta satmaya çalışırdık.
Ohannes bey arabanın yanında duruyor… Yanından geçerken beni çağırdı, bir pasta gösterdi, “bu pasta neli” diye sordu. Üzerinde rendelenmiş çikolata olan bir pastaydi. “Chocolate Cake” dedim. Daha satmaya çalıştığın arabadaki pastalarin ne olduklarını bilmiyorsun ama ofisime gelip bana ukalalık yapmayı biliyorsun. Bu Schwartzvelder Kırch Cake, Karaorman pastası’dır” dedi ve başka birşey söylemeden gitti.
Handan bey uzaktan konuyu görmüştü, gelip sırtımı sıvazladı ve “takma kafana oğlum senin daha bilgili olmanı istiyor” diye teselli etti.
Başka bir gün 6 kişilik bir aile geldi, otelde kalıyorlardı ve benim masama oturdular.. Servis ederken kulak misafiri oldum, Kayseri’ye gitmişler, ailelerinin doğduğu toprakları gezmisler vs.ve aralarında arada Ermeni’ce konuşuyorlar. Ertesi gün gene geldiler. “Hoşgeldiniz” dedim. Havadan sudan konuşuyoruz, bir ara onların Amerika’da yaşadıklarını öğrenince, neden Nisan aylarında Amerika’da Türkiye aleyhine gösteriler yapıyorsunuz diye sordum. Tehcirden vs. Bahsettiler ve aslında biraz tartışma yaşadık çünkü fikirleri yanlış gelmişti bana. “Siz Amerika’da Kilisenin mihrabina Amerikan bayrağı koyuyor musunuz” diye sordum… “tabii ki Amerikan bayrağı var” dediler. “Bakın” dedim “bu Otele yakın mesafede yedi tane Ermeni kilisesi var, hiçbirinin mihranbında Türk bayrağı yok ve böyle bir baskı da yok. Bu Otele yakın mesafede İlkokuldan, Liseye kadar yedi Ermeni okulu var. Hiç birinde herhangi bir sorun yok. Buralarda bir devletiniz olsaydı Amerika’yı bırakıp gelecek miydiniz…” “Hayır” dediler… “O zaman neden bu konular ile ilgili propaganda yapıyorsunuz, ben de İstanbul’u bırakıp oralara gitmezdim” dedim. Biraz bozuldular ertesi gün de gelmediler. Otelden ayrılmışlardi. Benden dolayı mı yoksa günleri mi dolmuştu anlayamadım.
Bir süre sonra Ohannes bey istifa edip yurt dışına gitti. Kenan Deveci Maitre d’hotel’liğe terfi etti. Ve nihayet dördüncü puanım geldi ve artık Chef de Rang olmuştum. Yaptığım işte bir değişiklik yoktu sadece maaşım ve tipim artmıştı. Nişanlımla daha çok gezmeye gidebilecektim.
Rakıya Maydanoz…
Yoğun geçen bir öğlen yemeği servisinde Bosphorus Terrace barmeni, siparişi gelen bir içkinin elinde kalmadığını ve lobby’nin diğer ucunda bulunan Lalezar Bar’a koşup içkiyi almamı, oradaki barmen’in haberinin olduğunu söyledi. Ben de bir koşu Lalezar Bar’a geçtim. Barmen o sırada barda oturan birkaç kişiden birine içinde yeşillikler olan birşeyler servis ediyordu…
Ben barmenin bana vereceği içeceği beklerken merakıma dayanamayıp servis ettiği şeyin ne olduğunu sordum. “Maydanoz yapraklı Rakı” dedi. “Kim böyle içer ki” dedim. Zevkler ve Renkler meselesi… Oturan misafir Erol Simavi imiş, rakısının içine maydanoz yaprakları istermiş. Ne yalan söyleyeyim, izinli günümde evde denedim, hoşuma da gitti.
“Finton” mu ne öyle bir yer… “Jarden Bahçe”
Mesai bitiminde, otelin Radyo Evine çıkan arka kapısından çıkar, caddenin karşısına geçip Saint Esprit kilisesinin cadde kapısından girip sokağa açılan diğer kapısından çıkıp, adı Ölçek sokağı olan yere gelir, bir sokak aşağıdaki Çayır sokağına iner ve direk evimizin önüne varmış olurdum.
Eskiden hareketli bir çocuktum. Yedi yaşındayken, Şişlide’ki Karagözyan okuluna yatılı olarak verilmeme karar vermişler. Anneannem ablamla beni aldı, “gelin sizi jarden bahçeye götüreyim biraz oynayın” dedi. “Jarden Bahçe” dediği alan sonraları işte Hilton Otelinin yapıldığı yer…
Anneannem bizi götürürken, “zaten artık buraya gelemiyeceksiniz Finton mu ne öyle biryer yapacaklarmış” derdi. O gün yine kestirmeden geçip, Kilise kapılarından çıkıp orta refuje geldik. Orta refujde Tramvay durağı vardı. Durakta tramvay bekliyordu. Anneannem beni ve ablamı ellerimizden tutmuş tramvayın gitmesini bekliyordu. Ben “hadi geçelim” deyip elinden kurtuldum, caddeye fırladım, tramvayın arkasından gelen bir araba hızla bana çarpıp fırlatmış beni… Başım yarılmış ve Anneannem beni alıp acilen, bana çarpan arabayla en yakındaki Fransız hastanesine götürmüş, Ben ölü gibi yatıyorum… Doktorlar yapacak bir şeyimiz yok demişler… Anneannem bırakmamış işin peşini Amerikan hastanesine götürmüş beni… Orası da aynı şeyi söylemiş ve bu sefer de oradan alıp Etfal hastanesine götürmüşler. Etfal hastahanesi tedaviye başlamış.
Bu arada ablam durakta yalnız kalmış ve iyi niyetli birisi yaklaşmış “kızım evini biliyormusun” diye sormuş. Ablam evet deyince de adam ablamı eve kadar götürmüş. Annem evin balkonunda… Adam “bu kızın annesini taniyormusunuz” diye sormuş, annem evet deyince de, “kardeşine araba çarptı, öldü galiba” demiş.
Annem telaşla evden çıkıp en yakın olan Fransız hastanesine oradan Amerikan hastanesine, oradan Etfal hastanesine gelip beni bulmuş. Üç gün komada kalmışım, üçüncü gün uyanıp başucumda beyaz hemşirelerin verdiği önlük ile annemi gördüm, hala hatırlarım. Yanımdaki yatakta karnına kaynar su dökülmüş bir çocuk, öbür Yanımda ayağı sargılar içinde başka bir çocuk . Aklımdaki en son anı ise yatılı okul… Anneme “ben bu okulda okumam beni eve götür” dedim.
Yani Hilton maceram ile ilgili, kadersel yolculuk, anneannemin “Finton diye biryer yapacaklar” sözüyle başlamış oldu herhalde…
Terfiler, Terfiler için Yapılan Sınavlar…
Bir sabah Şaban Captain, otele ön kapıdan telaşla girip koşar adım giderken, Müdür’lerden Erdoğan Savaş bey hayrola bu ne telaş demiş. “Bugün Headwaiter imtihanı var geciktim, o sebeple ön kapıdan içeri girdim” demiş.
“Boşuna telaş etme” demiş Erdoğan bey “kimin olacağı belli , senin ismin yok” demiş. Şaban bey imtihana girmiş ve Headwaiter olamamış. Erdoğan beyin ise daha önceden duyduğunu söylediği isim terfi etmiş. Bu süreçten bir süre sonra Şaban bey istifa etti ve ayrıldı. Akademisyen olarak üniversitelerde öğretim görevlisi oldu.
Ben ise 26 Nisan 1971’de nikahlandım, 2 Mayıs 1971’de de resmi evlilik törenim gerçekleşti… Oğlum Ethem Aret de 2 Temmuz 1973 dünyaya geldi.
1973’te ben hala Bosphorus Terrace’ta idim. Sürekli eğitimler ve de servis deneyimi ile de artık iyice ustalaşmıştım Ayrılanların yerine gelenlerle de kadromuz daha da gençleşmişti . Handan Captain emekli olmuştu, Salman Captain emekli olmuştu. Salman bey kıdem tazminatıyla kilisenin arkasındaki Ölçek sokakta bir daire bile almıştı.
Sabahçı çalıştığım bir gün işim bitmiş ve eve gidiyordum. Balo Salonu civarı kalabalıktı, bir an ne olduğunu anlamadım, sonra anımsadım Captain’lik için terfi imtihan yapılacaktı.
Şaban bey’in yıllar önce yaşadığı travma geldi aklıma. “Herhalde kimin olacağını zaten belirlemişlerdir” dedim kendi kendime… Time Keeper’a doğru yürümeye başladım. Arkamdan Girgin, Peyret, Ömer, Cavit koştular, önüme geçip yolumu kestiler. “Nereye gidiyorsun, niçin imtihana katilmiyorsun” dediler. “Hayır” dedim, ama beni zorla sürükleyerek Balo Salonuna soktular. İmtihan başladı, oldukça kalabalıktı. Soru kağıdı dağıtıldı, cevaplar için de boş dosya kağıtları.
Sorular basitti, ilk soru bir matematik sorusuydu. Bir restaurantda toplanan yüzdelerin, muhtelif puanlı servis elemanlarına çalıştığı gün sayısına göre dağıtılması ile ilgili bir hesaplama sorusuydu. Park Otel’de muhasebede çalıştığım kısa sürede toplanan yüzdelerin dağıtımı konusunda birseyler öğretmişlerdi zaten bana. Diğer sorular ise servis şekilleri, yemek sunumları ve sosları gibi konular ile ilgiliydi… Yarım saat içinde cevaplarımı yazmıştım bile. Yazdığım cevaplardan bir nüsha da daha sonra kendimi kontrol etmek için kendime yazmıştım. İmtihan kağıdını teslim ettim. Salonda Maitre d’hotel, sendika görevlileri ve temsilcileri de vardı.
Eve gittimde ise, verdiğim cevapları inceledim. Bence oldukça başarılı idi…
Ertesi gün işe gittiğimde şaşırdım, herkes beni tebrik ediyor… 95 puanla, birincilikle sınavı geçmiş ve terfi etmiştim . Beni zorla imtihana sokan arkadaşlarımdan hiç biri terfi edememişti ama gönül de koymamışlardı. Eşim Suzan bu oğlumuz Ethem Aret’in doğumunda gelen şans diyordu… 73 yılında Captain oldum…
- Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 14Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 14 Bence herkesin çalışma… Daha fazla okuyun: Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 14
- Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 13Yeni bir yıla daha girdik… Her geçen gün, sektör farklı… Daha fazla okuyun: Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 13
- Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 12Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 12 Anılar, yazımın yeni… Daha fazla okuyun: Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 12
- Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 11Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 11 İnsan beyni ilginç…… Daha fazla okuyun: Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 11
- Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 10BİR ZAMANLAR HİLTONDA – Bölüm 10 Bir önceki bölümde belirttiğim… Daha fazla okuyun: Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 10
- Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 9Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 9 Otel personelinin yemekhanesi… Daha fazla okuyun: Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 9
- BİR ZAMANLAR HİLTON’DA – Bölüm 8Askere gitmemden 2 ay kadar önce fırsatını bulduğum doğru bir… Daha fazla okuyun: BİR ZAMANLAR HİLTON’DA – Bölüm 8
- BİR ZAMANLAR HİLTONDA – Bölüm 7BİR ZAMANLAR HİLTONDA – Bölüm 7 Terfiden sonra bana bir… Daha fazla okuyun: BİR ZAMANLAR HİLTONDA – Bölüm 7
- Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 6Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 6 Yıllar hızla akıp… Daha fazla okuyun: Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 6
- BİR ZAMANLAR HİLTON’DA – Bölüm 5 Hilton’da Şadırvan Geceleri…BİR ZAMANLAR HİLTON’DA – Bölüm 5 Hilton’da Şadırvan Geceleri… Yiyecek… Daha fazla okuyun: BİR ZAMANLAR HİLTON’DA – Bölüm 5 Hilton’da Şadırvan Geceleri…
- BİR ZAMANLAR HİLTONDA – Bölüm 4BİR ZAMANLAR HİLTONDA – Bölüm 4 Hilton‘un Derinliklerinde: Oda Servisi… Daha fazla okuyun: BİR ZAMANLAR HİLTONDA – Bölüm 4
- Bir Zamanlar Hilton’da: Jirayr Zagikyan’ın Anıları – Bölüm 3Bir Zamanlar Hilton’da: Jirayr Zagikyan’ın Anıları – Bölüm 3 Teşekkür… Daha fazla okuyun: Bir Zamanlar Hilton’da: Jirayr Zagikyan’ın Anıları – Bölüm 3
- Bir de Komi mi Olacağım? Hilton’da 27 Yılın Başlangıcı / Bölüm 2Bir de Komi mi Olacağım? Hilton’da 27 Yılın Başlangıcı /… Daha fazla okuyun: Bir de Komi mi Olacağım? Hilton’da 27 Yılın Başlangıcı / Bölüm 2
- Bir Zamanlar Hilton’da: Jirayr Zagikyan’ın AnılarıBir Zamanlar Hilton’da: Jirayr Zagikyan’ın Anıları Hotel Gazetesi olarak, siz… Daha fazla okuyun: Bir Zamanlar Hilton’da: Jirayr Zagikyan’ın Anıları