
Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 17
Roof Restaurant girişindeki set üstünde yer alan Sultan Odası, altı kişilik masası, duvarlarındaki Osmanlı objeleriyle dekore edilmiş rafları, Osmanlı padişahlarının saraydaki davetlerinde verdikleri menülerle süslenmiş duvarları ve tavandan sarkan antik avizesiyle hoş bir köşeydi. Cici Çikolataları’nın sahibi Ferit Bey ve arkadaşları, Erol Simavi ve dostları burayı tercih ederlerdi.
Erol Bey genellikle aralarında Ali Poyrazoğlu ve İsmet Ay gibi sanatçıların da bulunduğu arkadaşlarıyla gelirdi.
Bir gün Erdoğan Demirören restoran için rezervasyon yaptırmış ve Sultan Odası’nı istemişti. Önemli bir konuğunu ağırlayacağını söylemişti. Yaklaşık yarım saat kadar bekledikten sonra, “Gelmeyecek galiba” diyerek kalktı ve gitti.
Erdoğan Bey gittikten yaklaşık bir saat kadar sonra, o dönemin meşhur Türk sanat müziği şarkıcılarından bir hanımefendi geldi. (İsmini vermek etik olmaz.) Erdoğan Bey’i sordu.
Kendisinin uzun süre beklediğini, ancak gelmeyince gittiğini söyledim. Rahatlayıp derin bir nefes aldı ve “Neyse… Geciktiğim iyi olmuş.” dedi. Fakat ardından, “Arayıp sorarsa, geldiğimi ve kendisine yetişemediğim için üzgün olduğumu söyle lütfen.” dedi.
Ben de biraz takılmak için, “Pek üzgün görünmüyorsunuz ama…” dedim. Şarkıcı gülümsedi, sarılıp beni öptü ve restorandan ayrıldı.
Bir akşam, dönemin İstanbul Belediye Başkanı Bedrettin Dalan gelmişti. Ancak o hikaye ayrı bir konu ve bir sonraki yazımda anlatacağım.
Restoranın Girişindeki Özel Masa




Restoran girişindeki bölmede, sol tarafta özel bir masamız vardı. Çok şık bir masa olmasına rağmen, dekorasyonu ve masa üstündeki tabak takımları beğenilse de, oturmak için pek tercih edilmiyordu.
Bir cumartesi günü, Sabah Gazetesi’nden aradılar ve Ergün Mengü Bey için sekiz kişilik, çok özel bir masa istediler. O gün oldukça yoğundu. Sultan Odası rezerve edilmişti, cam kenarındaki sekiz kişilik masalar da doluydu. Mecburen, girişteki o özel masayı ayırmak zorunda kaldım.
Balo Salonu’nu arayıp, oradan bir garson istedim. Balo Salonu yöneticisi ve yakın arkadaşım Hasan Girgin, “Kimi istiyorsun?” diye sordu.
Murat Gökaş’ı göndermesini istedim. Murat, Roof Rotisserie eğitiminden geçmiş, sevdiğim bir çalışandı. Şimdilerde Kazakistan’da üst düzey yönetici olarak çalışıyor.
Murat geldiğinde, ona rezervasyon ile ilgili bilgileri verdim ve “Bu masa senin, ben de yardımcı olacağım, harika bir servis istiyorum.” dedim.
Murat, “Tamam, şef.” dedi.
Ergün Bey geldiğinde masayı gösterdim, ancak durakladılar. Ergün Bey, “Niye bizi buraya, kapı ağzına alıyorsun?” diyerek biraz sitem etti.
Ben de, “Efendim, telefonda özel konuklarınız olduğu için özel bir masa istediğiniz söylendi. Özel bir görüşme yapacağınızı düşünerek burayı hazırlattım. Hem benim desk’ime de yakın olduğu için bizzat ilgilenme şansım da olacak sizinle.” dedim.
Şöyle bir yan gözle salona baktı. Zaten salon dolmuştu. Mecburen oturdular. Siparişlerini bizzat ben aldım. Mükemmel bir servis verdik. Murat da harikaydı.
Yemeğin sonunda, Coffee Diable (Şeytan Kahvesi) ikram etmek istediğimi söyledim ve kahveyi de bizzat ben yaptım.
Coffee Diable (Şeytan Kahvesi) Gösterisi
Bu kahve tamamen bir show business idi. Flambe ocağında, gümüş tavada şekeri karamelize edip konyakla alevlendiriyor, üzerine sert filtre kahveyi koyup şekeri eritiyor, ardından helezonik şekilde soyulmuş portakal kabuğunu çatal-kaşık yardımıyla havaya kaldırıp bir kahve cezvesinde ısıtıp alevlendirdiğim portakal likörünü portakal kabuğundan süzdürerek kahvenin içine döküyor ve son olarak fincanlara döküp krema ekleyerek servis ediyordum.
Tam bir şovdu!
Neticede, konuklarımızı mutlu bir şekilde yolcu etmiştik.
Roof Rotisserie ekibi olarak harikaydık! Misafirlerin doldurduğu Guest Questionnaire (Misafir Geri Bildirim Formları) genellikle olumlu oluyordu.
Erol Simavi’den bahsedince, aklıma eşi Belma Simavi geldi. İsmini yanlış hatırlamıyorsam Erol Bey’in eşiydi… O da genellikle lobby’de arkadaşlarıyla oturur ve viski içerdi. Ancak viskisini ayaklı su bardağında, içine yaprakları ayrılmış gül çiçeği koyarak içerdi. Görüntüsü hoştu, tadını bilemem.
Daha önce de bahsetmiştim, Erol Simavi Bey de rakı bardağına maydanoz koyarak içerdi.
Hilton’un Otel Dışı Organizasyonları – Outside Catering
Hilton’da sadece otel içinde değil, dış mekânlarda da (Outside Catering) etkinlikler düzenliyorduk.
Bir gün, otelde Balo Salonu ve Havuzbaşı’nda iki ayrı davet varken, bir de Dolmabahçe Sarayı bahçesinde 500 kişilik bir yemekli davet organizasyonu almıştık.
Davetin sahiplerini tam hatırlamıyorum, ancak oldukça önemli kişilerdi.
Maitre d’Hotel İsmail Özkılıç, bana dönerek:
“Komiser, bu catering işini sen halleder misin? Sen yokken ben Roof’la ilgilenirim.” dedi.
Bu fikir hoşuma gitmişti, biraz farklılık olur diye düşünerek “Memnuniyetle.” dedim. “Benim için de bir değişiklik olur.”
Balo Salonu’ndan bir ekiple Dolmabahçe Sarayı’na gittik. Kamyonlar dolusu malzeme getirmiştik.
- 500 kişilik masa ve sandalyeler
- Yemek takımları, örtüler, peçeteler vs.
- Mutfak ekibi ve aşçılar
Aşçıbaşı Anno de Vries nezaretinde mutfak alanı kuruldu.
Tabak servisi yapılacaktı. Mutfak, bulaşık alanı, bar alanı gibi tüm bölümler hazırlandı. Davet sorunsuz bir şekilde tamamlandı.
Davet sahipleri ve konuklar son derece memnun kalmıştı.
Ancak organizasyon oldukça yorucuydu. Misafirler gittikten sonra, toparlanma aşaması da başlı başına zorlu bir işti. Neticede toparlandık, malzemeleri kamyonlara yükledik. Tam otelden ayrılacaktık ki…
Sarayın görevlisi geldi.
“Yerler çok kirlendi! Su şişesi kapakları, yerlere atılan kâğıtlar var! Bunları sizin temizlemeniz lazım!” diyerek bağırmaya başladı.
Personel şaşkın bir şekilde bana bakıyordu. Ben de sinirlendim.
Oldukça yorucu bir operasyon geçirmiştik. Ona “Bir sorunun varsa bağırmadan söylemelisin.” dedim.
Ancak adam hâlâ sinirli bir şekilde, “Yerleri kirlettiniz, sizin temizlemeniz lazım!” demeye devam ediyordu.
Ben de “Biz yemek servisi yapmaya geldik. Servisimiz bitti, toparlanıyoruz ve gidiyoruz.” dedim.
Ancak adam inatla, “Temizleyeceksiniz!” diyerek ısrar ediyordu.
Sonunda sabrım taştı:
“Bak kardeşim, siz bu bahçeyi bir ücret karşılığı kiraya verdiniz. Gelen konuklar yerleri kirlettiyse, temizlemek sizin personelinizin görevi! Biz temizlemeyiz!”
Adam bir hışımla gitti. Birkaç dakika sonra sarayın nöbetçi askerlerini çağırdı ve “Kapıları kapatın, kimse dışarı çıkamaz!” dedi.
Ekip şaşkın…
Kapılar kapatıldı. O günlerde cep telefonu yoktu. Oteli arayıp “İmdat!” deme şansımız bile yoktu. Personel birikmiş, herkes “Ne yapacağız?” der gibi bana bakıyordu.
Ekibi topladım. 50 kişiden fazla personel vardı.
Gülerek, “Arkadaşlar, gelin gece pikniği yapalım hep beraber!” dedim.
Aşçıbaşı Anno de Vries de bana şaşkın şaşkın bakıyordu.
“Şef,” dedim. “Bahçe harika, piknik yapalım! Yiyecekler senden, içecekler benden!”
Herkes dağıldı. Yiyecek ve içecekler ortaya çıkarıldı. Çimenlerin üzerine oturduk, pikniğe başladık.
Bunu gören görevli bir hışımla geri geldi. Bağırmaya başladı:
“Siz ne yapıyorsunuz böyle?! Sizi içeri attırırım!”
Tehditler havada uçuşuyordu.
Ben sakin bir şekilde, “Kapıları kapattıran sensin. Açtır kapıları, gidelim! Yoksa sabah gelen amirlerin sana hesap sorarlar.” dedim.
Ancak adam hâlâ inat ediyordu.
Yaklaşık iki saat boyunca yedik, içtik, eğlendik. En sonunda görevli dayanamadı ve:
“Allah belanızı versin, defolun gidin!” diye bağırarak kapıları açtırdı.
Biz de otele geri dönebildik.
Hilton’daki Meraklı Bekleyiş
Oteldekiler bizi merakla bekliyordu.
Maitre d’Hotel İsmail Özkılıç meraklanmıştı.
“Neden geciktiniz?” diye sordu.
Ben de gülerek cevap verdim:
“Yemek ve servis muhteşemdi! Bütün konuklar ve davet sahipleri çok memnundu. Sadece saray personelini mutlu edemedik!”
Ve olayı tüm detaylarıyla anlattım…
Bunları anlatırken aklıma geldi.
1992 yılıydı. Divan Oteli’nde çalıştığım dönemde, Hilton’dan Kamil Berk genel müdür, Erdoğan Şaylı ise Yiyecek ve İçecek Müdürü olarak görev yapıyordu. O dönemde Cavit Çağlar Bey, Bursa yolundaki villasında büyük bir düğün yemeği vermek istiyordu.
Aslında, Koç bünyesinde olan Kuruçeşme Divan bu tür outside catering işlerini üstleniyordu ve otel olarak bu tarz organizasyonlar alınmıyordu.
Ancak, Cavit Bey oteli arayıp işi yönlendirmek istediklerinde, ısrarla organizasyonu bizim yapmamızı istediğini belirtti.
Organizasyon büyüktü. 700-800 kişilik bir davet olacaktı.
Kamil Berk ve Erdoğan Şaylı bana dönerek:
“Bu işi yapabilir miyiz?” diye sordular.
“Yeterli personel bulursanız yaparız.” dedim.
Aslında, ben de pek istekli değildim çünkü Hilton’dan emekli olduktan sonra yaklaşık bir buçuk yıldır otelcilikten uzak kalmıştım.
Divan’da yeniydim ve personeli tam tanımıyordum. Ancak, Cavit Çağlar’ın ısrarı ve baskısıyla organizasyonu üstlenmek zorunda kaldık.
Tüm ekip seferber edildi:
- Ekstra personel arayışına girdik.
- Tanıdık otellerden servis elemanları istedik.
- Semahat Hanım’ın baskısıyla Kuruçeşme Divan’dan da personel aldık.
- Otelin sabahçı personelini akşam mesaiye bıraktık.
- Tüm akşam ekibini de yanımıza aldık.
- Headwaiter ve Captain pozisyonundaki herkes bu işe yönlendirildi.
Sonuç olarak, oldukça kalabalık bir ekiple Bursa yolunu tuttuk.
Dediğim gibi 800 kişi civarında davetli vardı.
Davetliler arasında Süleyman Demirel ve Tansu Çiller gibi dönemin önemli isimleri de vardı. Menü tam bir gurme menüydü.
Tesadüftür ki, Hilton’dan sonra Anno de Vries de Divan’a geçmişti. Yine bu işi beraber yürütüyorduk.
Menüde Yer Alan Lezzetler:
- Soğuk başlangıç tabağı
- Sıcak başlangıç tabağı
- Limon Sorbet (Sütsüz, meyve özüyle yapılan dondurma – mideyi temizlemesi için)
- Ana yemek
- Tatlı
- Özel içecek servisi
Her şey mükemmel gidiyordu. Mutfak ve servis ekibi kusursuz çalışıyordu.
Ancak, Limon Sorbet servisi sırasında büyük bir sorun yaşandı.
Sorbetler deepfreezede taş gibi donmuştu. Kesip cam kaselere koyup servis etmek imkânsızdı.
Protokolde oturan, Demirel, Çiller ve Cavit Çağlar’ın da içinde bulunduğu 30 kişilik masaya zorla kazıyarak Sorbet servisi yaptık.
Ancak, diğer masalara inisiyatifimi kullanarak sorbet servis ettirmedim ve doğrudan ana yemeğe geçtik.
Kimse fark etmedi!
Sorbet krizine rağmen, servis kusursuz ilerledi.
Davette Otel Genel Müdürü Kamil Berk, Yiyecek İçecek Müdürü Erdoğan Şaylı da bulunmaktaydı, ayrıca Kuruçeşmede Divan Müdürü Nurcan bey de gelmişti, Nurcan bey, işin Divan Kuruçeşme tarafından yapılmamasına biraz içerlemiş gibiydi ve bizim başarısız olmamızı bekliyor gibiydi. Ancak hüsrana uğradı biraz! Mutfak ve servis ekibi mükemmel bir iş çıkarmıştı.
Olay bitmişti.
Cavit Çağlar bizi konutuna davet edip tebrik etti.
Herkese birer kahve ve konyak ikram etti.
Böylece, Divan Oteli’nin en büyük dış organizasyonlarından biri başarıyla tamamlanmış oldu.
Dönelim Hiltonumuza…
Hilton’da yıllık izinlerimiz vardı, yaklaşık 20 gün civarındaydı. Ben genellikle iznimin bir haftasını Ocak ayında kullanırdım. Bunun sebebi, Hristiyan dünyasında Noel’in farklı tarihlerde kutlanmasıydı. Diğer mezheplerin aksine, Gregoryan mezhebine mensup Ermeniler, 6 Ocak’ta Noel’i kutlardı. Yılbaşı geceleri mecburi olarak çalıştığım için, 6 Ocak’ta yakın akrabalarımızı eve davet eder, yılbaşı ve Noel’i birlikte kutlardık. Benim için mesele Noel’i kutlamak değil, yeni yılı kutlamaktı. Bu özel günü çalışmadan geçirmek için yıllık iznimin ilk haftasını Ocak ayında alırdım. Kalan iki haftalık iznimi ise yaz aylarında kullanmaya gayret ederdim.
İznimde seyahate çıkmayı pek sevmezdim. Biri Down sendromlu iki çocukla seyahate çıkmak zor olurdu. Otel yaşamım boyunca, yazları İstanbul’da yazlık tutmayı tercih ederdim ve tüm yazımızı yazlıkta geçirirdik. Önceleri Burgazada’da yazlık kiralarken, sonraları Kireçburnu’nda yazlık tutmaya başladık. Uzun yıllar boyunca aynı eve gitmeye devam ettik.
Kireçburnu sahilinde, genellikle oranın halkının kullandığı bir denize girme alanı vardı. Herkes birbirini tanırdı. Ancak bir gün eşim, denize girdiğimiz alana yabancı bir kadının dadandığını söyledi. Bu kadın, oranın gençlerini etrafına topluyor ve onlara iş vaat ediyormuş. Ayrıca, kendisini Dündar Kılıç’ın eşi olarak lanse ediyormuş. Ben denize girmeyi pek sevmezdim, ancak özellikle bu kadını görmek için denize gittim. Gerçekten de gelmişti. Güzel bir kadındı. Etrafında yine gençleri toplamıştı.
Ertesi gün, otelin lobisinde beş çayı bölgesinde dolaşırken, Dündar beyin yanında çalışan Erkan ile karşılaştım. Yakışıklı bir gençti. O dönem moda olan fotoromanlarda oynuyordu. Aynı zamanda Dündar Kılıç’ın ekibindeydi. Selamlaştık ve sormak istediğim bir konu olduğunu söyledim.
“Sana bir şey soracağım” dedim.
“Buyur abi” dedi.
“Dündar Bey’in eşi hariç, birlikte olduğu bir kadın var mı?” diye sordum.
Erkan hemen, “Yok abi, olur mu öyle şey? Dündar Bey, eşine ve ailesine çok düşkündür” dedi.
Ben de Kireçburnu’nda yaşanan olayı anlattım. “Ben bir soruşturayım abi” dedi. Herhalde gerçekten araştırdı, çünkü kadıncağız bir daha görünmedi.
Seksenli yıllardı. Sağ ve sol grupların çatışmaları vardı, bütün duvarlar yazılarla doluydu. Yazlığa gittiğimiz Kireçburnu’ndaki evin bahçe duvarına da “Tek Yol Devrim” yazısı yazılmıştı.
Bir gün, gündüz gerçekleşecek bir aktivite için işe erken gitmiştim. Akşamüstü saat 17.00 civarında Maitre d’Hotel (MDH) İsmail Özkılıç geldi ve “Komiser, seni bugün erken getirdik, akşama restorana ben bakarım, sen erken eve git” dedi. “Olur” dedim ve çıktım. Giderken Taksim’de sendikaya uğradım. Çıkarken sendikanın masalarında duran bir mecmuayı aldım. Sol görüşlü bir mecmuaydı. Oradan Taksim’deki otobüs durağına giderek Kireçburnu otobüsüne bindim. Otobüs boştu.
Bir süre sonra, oturduğum koltuğun yanına genç bir adam oturdu. Elimdeki sol görüşlü mecmuayı gizlemeye çalışıyordum; yanımda oturan kişi sağcı, ülkücü veya farklı bir görüşten olabilir diye düşündüm. Otobüsün hareket saati geldiğinde otobüs dolmuştu. Beşiktaş durağından da yolcular bindi ve bizim oturduğumuz koltuğun hemen yanında yaşlı bir adam zar zor ayakta duruyordu. Yanımdaki genç yer verecek gibi görünmüyordu.
“Kardeş, müsaade et ben kalkayım, bey amcaya yer vereyim” dedim.
“Otur abi” dedi ve devam etti: “Atatürk koca ülkeyi kurtardı, ama bu yaşlı nesil Atatürk ilke ve inkılaplarına sahip çıkmadı. Bizden ilgi ve alakayı hak etmiyorlar.”
Bunu söylerken dizimi bastırıp “yer verme abi” diye ekledi. Kireçburnu’na kadar sohbet ederek geldik.
Ben müsaade isteyerek, “Burada ineceğim, eve geldik” dedim.
“Abi, ben de burada iniyorum, benim ev de burada” dedi.
Bir an gerildim ve içimde bir panik oluştu ama renk vermemeye çalıştım. O da indi ve beraber aynı yöne doğru yürümeye başladık.
“Senin ev ne tarafta?” diye sordum.
“Abi, en tepede” dedi. Bizim ev de yokuşlu bir yolda, hayli yükseklerdeydi. Beraber yürümeye devam ettik. Bizim eve geldik ama o biraz daha yukarıda olduğunu söyledi.
“Bizim teşkilat da orada” dedi.
Ne teşkilatı olduğunu sordum. Bir sol örgüt ismi verdi.
Giderken, “Bir emrin var mı abi?” diye sordu.
“Bu duvardaki yazıları siz mi yazıyorsunuz?” diye sordum.
“Evet abi” dedi.
“Madem arzumu soruyorsun, bu duvarı temizleyin, yazı filan yazmayın” dedim.
“Emrin olur abi” dedi ve yoluna devam etti.
Eve gittiğimde olayı eşime de anlattım. Ertesi gün baktık ki duvardaki yazılar silinmiş, duvar bembeyaz boyanmıştı. Binada yazlıkçı olarak üç aile vardı ve herkes şaşırmıştı. Neredeyse sokaktaki duvarında yazı olmayan tek bina bizimki olmuştu. Eşim de komşulara olayı anlatınca herkes daha da şaşırdı.
Yine bir Hilton anısı…
Hafta sonu bir akşamdı. Cam kenarındaki dört numaralı masaya Mehmet Şakir Bey’i, yedi numaralı masaya ise Hatay Mergen ve eşini oturtmuştum. Beş ve altı numaralı masaların müşterileri henüz gelmemişti. Fatih 2 bölümünde ise Şehmus Tatlıcı Bey’in yaklaşık 25 kişilik bir daveti vardı. Onlar için de geniş, uzun bir masa hazırlamış ve fix menü yapmıştım. Saat sekizde geleceklerdi.
Tam o sırada Mustafa Tatlıcı Bey geldi ve “Jirayr, acil 10 kişilik bir masa ayarla bana” dedi. Hafta sonuydu ve salon neredeyse tamamen rezervasyonlarla doluydu. On kişilik yapabileceğim dokuz ve on numaralı masalar doluydu. Beş ve altı numaralı masalar ise en fazla altışar kişilik olabiliyordu. Fatih 1 bölümünde bir masa hazırlamayı önerdim ama kabul etmedi. Zaten Fatih 2’de Şehmus Bey olacağı için onun masasına yakın bir yer olması gerektiğini söyledi.
Barda oturup misafirlerine birer içki ikram etmelerini önerdim ve o sırada masayı ayarlamak için harekete geçtim. Beş ve altı numaraya oturtmayı düşündüğüm konukları salonun orta masalarına kaldırdım. Dört numaralı masada oturan Mehmet Şakir Bey’e ricada bulunarak masasını değiştirdim. Yedi numarada oturan Hatay Mergen ve eşinden de aynı ricada bulundum. Dört ve yedi numaralı masalar, ikişer kişilik koltuklu masalardı. Beş ve altı numarayı da enlemesine ekleyerek büyük bir “U” masa oluşturdum. Sonunda her şey hazırdı.
Bara gidip Mustafa Bey’e masanın hazır olduğunu bildirdim. Gelip kontrol etti, “Tamam, eline sağlık. Ben misafirlerimizi bekleyeceğim, sen masayı donat” dedi. Sonrasında başlangıç olarak somon, Mersin füme ve siyah havyarlı bir tabak hazırlamamı istedi. Ara sıcak olarak meşhur deniz mahsullü krepimizden ve ana yemek olarak kuzu sırtı hazırlanmasını söyledi. “Şaraplarımızı da unutma” diyerek ekledi.
Şehmus Bey ile Mustafa Bey’in aralarının pek iyi olmadığını ve aralarında bir rekabet olduğunu tahmin ediyordum. Şehmus Bey’in grubu daha önce kalktı. Konukları da Mustafa Bey’i görünce ona yöneldiler ve selamlaştılar. Sanırım Mustafa Bey’in amacı da buydu.
Masalarını değiştirdiğim diğer konukların hesaplarını da Mustafa Bey’in hesabına ekledim ve kendisine bilgi verdim. “İyi yapmışsın, iyi düşünmüşsün” dedi.
Aslında masa organizasyonlarını yaparken MDH İsmail Bey’i arayıp yardım istemiştim. İsmail Bey de bizzat gelerek Şehmus Bey’in yemeğine nezaret etmişti.
- Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 18
- Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 17
- Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 16
- Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 15
- Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 14
- Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 13
- Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 12
- Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 11
- Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 10
- Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 9
- BİR ZAMANLAR HİLTON’DA – Bölüm 8
- BİR ZAMANLAR HİLTONDA – Bölüm 7
- Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 6
- BİR ZAMANLAR HİLTON’DA – Bölüm 5 Hilton’da Şadırvan Geceleri…
- BİR ZAMANLAR HİLTONDA – Bölüm 4
- Bir Zamanlar Hilton’da: Jirayr Zagikyan’ın Anıları – Bölüm 3
- Bir de Komi mi Olacağım? Hilton’da 27 Yılın Başlangıcı / Bölüm 2
- Bir Zamanlar Hilton’da: Jirayr Zagikyan’ın Anıları