Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 11
İnsan beyni ilginç… Her ne kadar anıları kronolojik bir sıra ile hatırlamaya çalışsanız da, pat diye arada yıllar öncesinden başka anılar geliveriyor… Bu bölümü de hazırlamak için yazıma başladığımda, aklım bir anda Bosphorus Terrace’ın 1970’li yıllarına gidiverdi. Daha garsonluk yaptığım yıllara…
Otelde o zamanlar daha açık büfe kahvaltı, açık büfe öğlen yemeği ve akşam yemeği sistemi yoktu. Otelde konaklayan gruplara Continental Breakfast servis ederdik çoğunlukla… Nedir bu Continental Breakfast? Çay veya kahve, meyve suyu veya taze meyve, ekmek ve croissant çeşitleri… Ayrıca menüden de American Breakfast servisi yapılabiliyordu. Continental kahvaltıya ek olarak yumurta çeşitleri servis ederdik.
Say “Thank you”
Otelcilik ilginç bir meslek… Her tip insan ile karşılaşma, tanışma şansınız var… Değişik misafirlerimiz vardı… Bir tanesi hala aklımdadır… Karadenizli bir misafirimiz vardı, sıkça otelimizde kalırdı… Yine otelde kaldığı bir gün kahvaltıda servis ettiğim karpuzu yeterince soğuk olmadığı gerekçesiyle yere atmıştı… Çok sinirlenmiştim, gençlik de var tabi, adamın üstüne yürümeye niyetliydim…
Tam o anda biri kolumdan tuttu, bir süredir otelde kalan Amerikalı bir rahipti. “Sakin ol” dedi. O arada Captain Salman da bir koşu yanımıza gelip beni salondan dışarı çıkarmıştı ve “sinirlenme oğlum olur böyle şeyler bizim meslekte, her daim soğukkanlılığını koruyacaksın” demişti.
Salona geri döndüğümde ise Handan Captain’ın misafir ile gidip yaptığının yanlış olduğunu konuştuğunu ve kendisine servis veremeyeceğimizi söylediğini ve salonu terk etmeye davet ettiğini öğrenmiştim. Sakinleşip servise döndüm. Amerikalı rahip bana ufak bir kese verdi, “sana bir hediye verecektim” dedi. Şaşırmıştım, aval aval yüzüne bakıyordum adamın… “Say thank you” demişti.
Ben de teşekkür ettim… Açtım keseyi, baktım gümüş bir Amerikan bir dolarlıydı, merhum Amerikan başkanı Kennedy’nin anısına basılmış bir paraymış. Bir de kartını vermişti ve Amerika’ya gitmek istersem kendisine yazmamı, yardımcı olabileceğini söylemişti. Hiç denk gelmedi, gidemedim…
Tanınmış birçok başka misafirimiz de vardı ağırladığımız… Cem Boyner o zamanlar nişanlıydı sanırım, sık sık yemeğe gelirlerdi nişanlısıyla… İlhan İrem de sık gelenlerdendi, Sakıp Sabancı Bey öğle yemeklerinin müdavimlerindendi… Halit Kıvanç da sıkça gelenler arasındaydı.
“Abdi İpekçi’ye anlatırsın”
31 Aralık yılbaşı eğlencelerinin ertesi 1 Ocak sabahında, çok erken saatlerden itibaren eğlence yerlerinden çıkan İstanbullular erken kahvaltı için Bosphorus Terrace’a doluşurlardı. Böyle bir 1 Ocak sabahında salon hınça hınç dolmuştu, siparişler alınıyor, koşturuyoruz, yetiştirmeye çalışıyoruz, hatta salon dışı alana da, koridora da ek masalar kurulup servis etmeye çalışıyoruz…
Bu koşuşturma arasında iki kişi geldi ve dört kişi olacaklarını söyleyip masa istedi benden… Captain’lara yöneltmek istedim ama göz ucuyla bakınca onların da aşırı derecede meşgul olduklarını ve hatta servise girmiş olduklarını gördüm. “Şu anda hiç boş masamız yok efendim, isterseniz biraz bekleyebilirsiniz ancak o zaman…” diyordum ki, adam sinirlendi ve benim konuşmaya devam etmeme fırsat bırakmadan konuşmaya başladı; “O zaman bunu Abdi İpekçi’ye anlatırsın birazdan, geldiğinde kendisine masa vermediğini duyunca senin ağzına s…” dedi.
Yukarıda yazdığım gibi, bu tarz olaylarla zaman içinde soğukkanlılığımı koruma yetimi geliştirmiştim… “Olur” dedim, ayrıldım yanlarından…
Masalarımın servisi ile ilgileniyorum, bir süre sonra Abdi Bey geldi yanında eşiyle… Ben tüm masalarımın servisini bitirmiştim… Daha önceki ziyaretlerinden zaten tanışıyordum kendisiyle ve aram da aslında gayet iyiydi onunla… Hemen yanına gittim, çok fazla duyulmayacak şekilde dışarıdan, kendisini selamladıktan sonra, kulağına doğru, “Abdi Bey, nerede yapacaksınız efendim?” dedim… Şaşırdı Abdi Bey… “Neyi nerede yapacağım?” dedi… Ben de arkadaşlarının ondan önce geldiğini, aramızda geçen konuyu ve bana söylenen nahoş sözlerini dile getirdim. Abdi Bey hem şaşırdı hem üzüldü ve hem de arkadaşlarının terbiyesizliği sebebiyle özür diledi… Bu esnada bir masa boşaldı, onları oraya aldık. Ancak Abdi Bey, arkadaşlarını yanından uzaklaştırıp eşiyle kahvaltıya oturdu.
Dönelim 73 sonrasına
Bir süre sonra Bosphorus Terrace da tadilata girdi, balkona doğru genişletildi ki bu doğru bir karardı, çünkü yetersiz kalıyordu talebe karşı… Bekir Bey tarafından (daha önce bahsetmiştim, Atatürk’ün yanında yetiştirilmiş bahçe müdürümüz) maharetle yeşillendirildi, hatta iyi gizlenmiş kafeslerde kanaryalar ve muhabbet kuşları bile vardı… İsmi de değişmişti Bosphorus Terrace’ın ve artık “Green House” olmuştu.
Daha önceki yazılarımda bahsettiğim tadilat sonrası Cloud 9 olan, Roof Rotisserie karşısında olan eski Roof Bar tamamen kapatılıp sadece davetler için kullanılmaya başlandı. Hatırlarsanız, o tadilat esnasında boyadıkları Kütahya Çinileri üzerindeki boyadan arındırılıp tüm güzelliğiyle ortaya çıkarılmıştı tekrar… Bu, beni en çok sevindiren konulardan biriydi…
Roof Rotisserie yöneticisi bendim… Yeni gelen Genel Müdür Mr. Engelhardt nedense beni hiç sevmedi. Ömer Ohri ise babasından bayrağı devralmış ve Yiyecek ve İçecek Müdürü olmuştu. Mr. Engelhardt sürekli beni ona kötülüyordu ve Ömer de, MDH (Maitre D’hotel) olan İsmail Özkılıç ile konuşup bu problemi çözmenin tek yolunun beni Roof’tan alıp başka bir bölüme vermesi olduğunu tavsiye ediyordu.
İsmail ile arkadaşlığımız da iyiydi ve ayrıca profesyonellik çerçevesinde benim yönetimimdeki Roof Rotisserie’nin başarısını bildiği için kabul etmeyip beni koruyordu. Aslında o zamanlar ben de İsmail’e daha fazla problem yaşanmaması adına beni oradan alıp başka bir bölüme vermesini salık veriyordum ve kendisinin de rahat edeceğini söylüyordum. İsmail Özkılıç bu duruma “Olmaz, biz hancıyız onlar yolcu, yakında tayini çıkar başka bir otele gider” demişti… Neticede gerçekten de gitti, yerine Mr. Spichtinger geldi.
Roof Rottisserie’de Yeni bir Orkestra…
Bu arada Roof’ta işler biraz durgunlaşmıştı. Neticede yıllarca süren bir düzen, müzik ve konsept vardı ve İstanbul ahâlisi de yeni yerler keşfetmeye başlamıştı haliyle…
Yıllarca sahne alan Ayten Alpman ve orkestrasını değiştirip başka bir müzik grubu araştırılması konuşuluyordu…
Otele aynı dönemlerde başladığımız Çakmak isminde bir arkadaşımız vardı, sevdiğim bir arkadaşımdı, arabası da vardı. Bir gün Yeşilköy’de bir süre yemeğe gitmiştik eşlerimizle beraber… Yemeğe çıktığımız restoranda sahnedeki orkestra bizi çok cezbetti. Müthiştiler… Grubun adı Aysun Ercan ve Kemanları idi. Arada masalara da gidip masa başı müzik yapıyorlardı, çok beğenmiştim.
Ertesi günlerde, toplantıda otelde İsmail Özkılıç ile konuşup onlarla görüşmeyi tavsiye ettim. Yiyecek İçecek Müdürü Ömer Ohri ile bu konu konuşulup Genel Müdüre de bilgi verildi. Bir ekip olarak Yeşilköy’deki mekana gidilip dinlendi tekrar bu müzik grubu ve sonra da otele davet edildiler.
O günlerden itibaren de 10 yılı aşkın bir süre ‘Aysun Ercan ve Kemanları’ Hilton Roof’ta müzik yaptı. Kontrbasta Engin, kemanlarda Apo, Kenan ve Aysun, piyano ve akordiyonda Burhan… Harika bir orkestraydılar. Yaz mevsimlerinde üç ay kadar Kuşadası Kervansaray’da çalıyorlardı ve bu süreçte Roof’ta Ertuğrul Çayıroğlu, Pepe, Ali Kayral dönüşülü olarak piyano çalıyorlardı. Bu süreler içinde, Ömer Ohri ayrıldı… Bir süre sonra Genel Müdür’ün eşinin yakını olduğunun duyumunu aldığımız Mr. Sulzenbacher Yiyecek ve İçecek Müdürü olarak görevi devraldı. Doğruyu söylemek gerekirse, vasattı. Yiyecek ve İçecek yönetimini bizimle beraber bizlerde öğrendi bir nevi.
Roof Rotisserie personeli otelin en iyilerinden seçilen servis elemanlarından oluşmaktaydı. Yaşar Kaçamak, Ercüment Ildağ, Cemal Atacan, Fikret Odabaş, Eyüp Özdemir… Bu isimlerin hepsi zaman içinde terfi edip üst seviyelere çıkan insanlar… Bir çoğu da Hilton’dan ayrıldıktan sonra sektörde çeşitli otellerde üst düzey yönetimlerde bulunmuşlardır.
Mutfakta kim ‘in charge’ olacak?
Mutfak bölümünde ise Aybek Şurdum, Yılmaz Kalaycı, Ayhan Matbu gibi isimlerden oluşan harika bir ekip bulunmaktaydı. Otelin Aşçıbaşısı Anno de Vries ise süper bir şefti. Anno ile daha sonraki yıllarda, ben Hilton’dan emekli olup Maitre D’hotel olarak Divan Otelinde çalışmaya başladığım dönemde tekrar çalıştım.
Roof mutfağında aslında yabancı şefler görev yapardı. Eberl ve Wolfgang Goedl iyi şeflerdi ama katı kuralcıydılar, menü dışındaki hiçbir siparişi kabul etmezlerdi. Sürekli gelen, otelde kalan bir misafirimiz vardı… Mr. Hirsch… Eşiyle gelirdi. Menüde kuzu budu fırın spesiyalimiz vardı. Bütün pişirilip masa başında garson tarafından maharetle but kemikten ayrıştırılıp servis edilirdi. Yanında garnitür olarak ise iç pilav verilirdi. Mr. Hirsch ısrarla fırın patates isterdi ve mutfak bu ürünü menüde yok diye yapmazdı. Biz ise misafirimizin gönlü olsun diye, rica minnet ürünü ana mutfaktan pişirtip servis ederdik.
Bu arada bir de salata arabamız vardı ve masaların önüne çeker, salata satmaya çalışırdık. Garsonlar, misafirin arzusuna göre salatayı hazırlar ve servis ederdi. Ben, yönetime geçtikten sonra, salata arabasında hazırlık için verilmiş olan domateslerin kabuklarının soyulmuş olarak konmasını isterdim ve mutfak da bir türlü bu meşakkatli hazırlığı kabul etmezdi.
Bir gün aşçıbaşı Anno bana geldi ve Roof mutfak şefinin izine çıkacağını, mevcut Roof aşçılarından hangisini sorumlu bırakabileceğini sordu. Mutfak ekibindeki aşçılar içinde en üst pozisyonda ve kıdemli olan ise Ayhan Matbu vardı. “Aybek’i sorumlu bırak,” dedim. Şaşırdı, “Aybek ekip arasında kıdemsiz ve en gençleri, daha mutfak komisi, nasıl olur?” dedi. Ancak ben ısrar ettim ve sonuçta, Aybek sorumlu oldu… Kendisine bu konu tebliğ edilirken, Anno, bu konuda çelişkileri olduğunu, ancak benim ısrarımla bir deneme yapacaklarını söyledi.
Aybek hem sevinmişti hem de onurlanmıştı. Bana teşekkür etmeye geldiğinde, her gün fırın patates istediğimi, salata arabasındaki domateslerin kabukları soyulmuş olarak konmasını ve misafirlerden gelen olası menü dışı isteklerin eğer yapılabilirliği varsa kesinlikle karşılanmasını istediğimi söyledim. “Tamam abi,” dedi… Ve 15 gün boyunca kusursuz, normalinden fazla ciroya ulaşmış, aşırı iş temposu olan bir dönem geçirdik… Kazasız belasız hizmet verdik. Bu arada, Anno “Çok iyi seçim yapmışsın,” dedi.
İleriki yıllarda Anno Divan Oteline geçti ve sonralarında ise Aybek Şurdum, Hilton otel tarihindeki ilk Türk aşçıbaşı oldu. Yıllar sonra, Aybek Divan Otelinde aşçıbaşı olarak çalışmaya başladı ve Koç Holding’in Bodrum, Marmaris, Antalya’daki otellerinin mutfak koordinatörü oldu. Aybek’in babası Bilal Amca da Hilton’da eskiden chief steward idi (bulaşıkhane müdürü).
Eski bir anı daha…
Garsonlarımızdan Cemal Atacan çok çalışkan bir arkadaşımızdı. Hatırladığım kadarıyla otele ilk girdiğim aylarda bir davette çalışma için Balo Salonuna yollanmıştım. Daha acemiydim, beni garson Katıp Atacan isimli biriyle eşleştirmişlerdi. Bize arkalardan üç tane sekizlik masa vermişlerdi. Mutfaktan başlangıç yemeği Hors d’oeuvre tabaklarını getirdim, bakındım, şefimi göremedim, yan masalara bakarak onlar nasıl yapıyorsa o şekilde servisleri yaptım. Daha sonra yine yan masalara bakarak bulaşıkları toplayıp ana yemek için mutfağa gittim. Salon şefi Burhan Beydi (sanırım), ana yemeği getirirken onu gördüm. “Efendim, yardım eder misiniz? Şefim kayboldu,” dedim. O da bir telaşla geldi, yardım etti ve ana yemekleri servis ettik. Davet bitti ve ben kan ter içinde kalmıştım. Sonradan öğrendim ki Katıp Atacan Şef’in varisleri patlamış ve apar topar hastaneye kaldırılmış. Bir daha otele çalışmaya geri gelmedi. Bir süre sonra duyduğuma göre, tedaviden sonra Yalova’da Atacan Restaurant diye bir yer açmış. Cemal Atacan da onun yeğeniydi ve bir süre onu da sommelier olarak çalıştırdık otelde. Ankara’ya Kavaklıdere İşletmelerine yolladık, şarap servisi bilgilerini almasını ve eğitilmesini sağladık. Çok başarılı bir sommelier olmuştu ve misafirlerle ilişkileri mükemmeldi.
Sommalier ve Balıkçı Arabası
Bir dönem de restoranda bir “balıkçı” uygulaması başlattık. Balık arabasına muhtelif taze balıkları koyarak gelen masaların başına bu arabayı çekiyor, günün taze balıklarını tavsiye ediyorduk. Seçilen balık tartılıyor, ağırlığına göre fiyatlandırılıp yine misafirin arzusu ve tercihine göre pişiriliyordu. Bu işlerde ve misafirle iletişimde iyi olan Cemal Atacan da bu sefer başında kasketi, ayağında çizmeleriyle tam bir “balıkçı” olmuştu. Şaraptan daha iyi satıyordu ki balık satışlarımız müthiş fazlaydı.
Stajyer, ekstra veya sözleşmeli çalışan kızlarımız vardı ve genelde Lalezar Bar veya Balo Salonunda çalışırlardı. Onlardan da bazıları Roof Rotisserie’de pratik kazanma ve eğitim amaçlı gelirlerdi dönem dönem. Aklımda yer edinenler Demet, Vildan, Gül, Çiğdem. Başlangıçta çekingen olurlardı, çünkü biraz aksi ve sert olduğum söylentisi tüm otelde yayılmış bir şehir efsanesiydi. Aslında tam tersiydi ama pek güler yüzlü olmadığımı da kabul edebilirim.
Hamsi Tava ve Grappa…
Mustafa Tatlıcı, Şehmuz Tatlıcı, Cem Boyner, Mithat Boyner, Emin Hattat, Sait Kemal Mimaroğlu, Hatay Mergen, Turgay Bey zarif eşiyle sürekli gelen konuklarımızdandı. Sait Kemal Mimaroğlu Bey, Öğretmenler Bankası sahibiydi galiba, eşiyle sıkça yemeğe gelirdi, bazen de şu anda ismini hatırlamadığım bir profesörle gelirdi. Mehmet Şakir Bey vardı, Vestel firmasının CEO’suydu, Vestel Asil Nadir’e bağlıyken. Kendisi otelimizde, Vista Suite’te kalırdı. İstanbul’da olduğu sürece de sadece bize yemeğe gelirdi. Yine yemekte olduğu bir gün, “Yahu tam mevsimi ama sizde yok ki, canım hamsi istedi,” dedi. “Tamam,” dedim, “yarın gelin, size hamsi yedireyim.” Mehmet Bey de, “Yok ya, burası Hilton, bana istediğim gibi bir hamsi yediremezsiniz,” dedi. Ertesi gün işe gelirken bir kilo hamsi alıp mutfağa verdim, “Akşama Mehmet Şakir Bey’e ikram edeceğiz,” dedim.
Akşam yemeğe geldiğinde tam usulünde hazırlanmış hamsi tavayı ikram ettim. Mehmet Bey neredeyse ağlayacaktı, kalktı sarıldı, yanaklarımdan öptü. Giderken yine yaptı yapacağını, “Yahu kahveyle bir Grappa istedim, yokmuş,” dedi. İstediği içeceği hiç duymamıştım o güne kadar, Türkiye’de bulunan bir ürün değildi. “Ben Grappa’nın ne olduğunu bilmiyorum,” dedim. Mehmet Bey de, “Bekle, yarın İtalya’ya gidiyorum, sana getireceğim,” dedi.
Birkaç gün sonra geldiğinde gerçekten de iki şişe Grappa getirmiş. Birini otelde bıraktım, diğerini eve götürdüm…
Aradan geçen bir süre sonra, bir akşam Rahmi Koç ve arkadaşları altı kişi yemeğe geldiler. Normalde Rahmi Bey pek gelmezdi Roof’a, o yüzden şaşırmıştım. Özenle hazırlandık ve çok güzel bir servis yapılmasını sağladım. Yemeklerini yediler ve yemek sonrası likör arabamız masaya çekilip likör veya konyak isteyip istemedikleri, kahveleriyle beraber soruldu. Ben de masanın yakınındaydım ve izliyordum. Rahmi Bey şakalaşarak, “Şimdi Grappa isteyeceğim, yok diyeceksiniz tabii ki,” dedi. Servis yapan garson daha bir şey söyleyemeden, ben “Olmaz olur mu Rahmi Bey, burası Hilton Roof Rotisserie, hemen hazırlatıyorum,” dedim. Rahmi Bey çok şaşırmıştı. “Yahu daha Türkiye’ye gelmedi, nasıl olur?” dedi. Ben müsaade istedim, masadan ayrıldım ve Grappa şişemi getirdim. “Sadece sizin gibi önemli misafirlerimiz için ben getirmiştim,” dedim. Şaşırdı ama çok mutlu oldu.
Bölümler arası yardım, bir otelde çok önemlidir
Yiyecek ve İçecek Müdürlüğü ofisi lobby katındaydı. Aynı alanda Banquet Office (ziyafet ofisi), asistan yiyecek ve içecek müdürlerinin ofisleri de bulunurdu. Girişte ofislere sekreterlik yapan o zamanki Nil Uygur’un masası vardı. Bir yan duvarda ise, “pigeon hole” (güvercin deliği) denen bir raflar topluluğu vardı. Otelin bütün yiyecek ve içecek bölümlerinin bir gözü olurdu bu raflarda. Her gün işe gelir gelmez pigeon hole’umu kontrol eder, gelen notları ve memorandumları alırdım.
Ziyafet bölümünde çıkarılan ziyafet emirleri de o kısımlarda bulunurdu. Ben kendi bölümümü takip ederken, diğer bölümlerle ilgili olan işleri ve emirleri de gözden geçirir ve takip ederdim. Bizle ilgili bir şey var mı diye bir bakardım. Bir gün akşam Roof’ta iş bitiminde, ertesi gün nerede ne var diye ziyafet emirlerini kontrol ederken, ertesi gün sabah Balo Salonunda bir grup için 300 kişilik bir kahvaltı olduğunu fark ettim. Genelde sabah erken olan organizasyonlar için bir gün öncesinden salon hazırlanırdı. Merakımı yenemeyip Balo Salonuna indim ve baktım ki hiç hazırlık yoktu. Gözden kaçırılmış olduğunu tahmin ettim ve o saatte kimseye de ulaşamayacağımı biliyordum. Restoran ekibimizi kapanış sonrası Balo Salonuna çağırdım ve bizler ziyafet emrinde yazdığı şekilde salonu hazırladık. Bir olasılık olarak, ertesi gün de gözden kaçırılmış bir iş olması sebebiyle ekibin gelmemesi mümkündü. Bu sebeple ekip olarak ertesi gün sabah erken işe gelmeye karar verdik. Ama baktık ki Balo Salonu ekibi orada; salonun da hazır olması sebebiyle şaşkın bir vaziyette duruyorlar. Bizi görünce daha da şaşırdılar. Ben de “Dün akşam kontrol ettim, bir hazırlık olmadığını görünce gözünüzden kaçmış olacağını düşünüp önlem aldım,” dedim. Hep beraber kahvaltı servisini yaptık.
Vehbi Koç ‘Biz daha bir Hilton olamadık’
Roof Rotisserie’de Anex 1 ve Anex 2 adlı iki bölüm vardı. Daha sonra isimleri Fatih 1 ve Fatih 2 salonları olarak değiştirilmişti. Restoran aşırı kalabalık olursa Fatih 1 kısmını da servise açardım. Salonlar kısmen bağlantılı bir alandı, Fatih 2 ise tamamen kapalı bir alandı.
Bir gün yine ziyafet emirlerini kontrol ederken, Fatih 2’de bir akşam yemeği olduğunu gördüm. 50 kişilik bir yemekti. İşi Banket Ofis almıştı. O dönem ofisin başında olan Ferda Hanım’la sürekli didişirdik. Ben her zaman, “Benim salonlarıma ziyafet alacaksan bilgi ver, ona göre restorana uygun bir menü yapalım ve banket satışı değil Roof Rotisserie satışı olarak görünsün,” derdim. Bölümler arası rekabet tabii… Bu konuda anlaşamazdık. Baktım ki daveti Sait Kemal Mimaroğlu (Öğretmenler Bankası sahibi) Bey veriyordu. Menü çok klasik bir ziyafet menüsüydü ve hiçbir özelliği olmayan bir menüydü.
Bir gün sonra Sait Bey akşam yemeğe geldi, pek sıcak karşılamadım. Hal ve hareketlerimden anlamış olacak ki “Hayrola Jirayr Bey, keyifsizsin galiba?” dedi. Ben de “Size kırgınım,” dedim ve devam ettim: “Benden habersiz benim salonumda davet veriyorsunuz, kimler gelecek davetinize?” diye sordum.
“Vehbi Koç Bey gelecek, Koçman’lar gelecek,” dedi ve birkaç sosyetik isim daha saydı. Ben ise bastırmaya devam ettim, “Siz bu seçkin konuklara bu menüyü mü layık gördünüz ve bize bu yemekleri mi servis ettireceksiniz?” dedim. “Klasik bir düğün menüsü gibi.”
Telaşlandı ve “Ben hiç o yönünü düşünmedim, ne yapmam lazım?” diye sordu. “O menüyü ve ziyafet emrini iptal edeceğiz,” dedim. “Ben size yakışır bir menü hazırlayıp onayınıza sunacağım ve konuklarınızı en iyi şekilde ağırlayacağız.”
Tabii Ferda Hanım küplere bindi bu olayı duyunca… Mutfakla konuşup çok şık bir menü yaptık. Balo Salonundan takviye alıp güzel bir ekip kurduk. Maitre D’hotel İsmail Özkılıç, servisi bizzat denetliyordu. Arada Aysun Ercan ve ekibini müzik yapmaları için o salona da yolladık. Sonlara doğru Sait Bey’e memnun olup olmadığını sordum. Sait Bey’in yanında Vehbi Koç Bey, onun yanında da Ali Koçman Bey oturuyordu. Ali Koçman Bey iğnelemeyi severdi. Vehbi Koç Bey’e dönüp, “Görüyor musunuz bu Sait Bey’in yaptığını, güzelim Divan Otel ve lokantanız varken yemek davetini Hilton’da veriyor,” dedi.
Vehbi Bey tebessüm etti, “Ali, biz bunlar kadar iyi olamıyoruz, görmüyor musun, muhteşem bir yemek ve mükemmel bir servis sundular, biz daha Hilton olamadık,” dedi.
- Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 11Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 11 İnsan beyni ilginç…… Daha fazla okuyun: Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 11
- Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 10BİR ZAMANLAR HİLTONDA – Bölüm 10 Bir önceki bölümde belirttiğim… Daha fazla okuyun: Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 10
- Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 9Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 9 Otel personelinin yemekhanesi… Daha fazla okuyun: Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 9
- BİR ZAMANLAR HİLTON’DA – Bölüm 8Askere gitmemden 2 ay kadar önce fırsatını bulduğum doğru bir… Daha fazla okuyun: BİR ZAMANLAR HİLTON’DA – Bölüm 8
- BİR ZAMANLAR HİLTONDA – Bölüm 7BİR ZAMANLAR HİLTONDA – Bölüm 7 Terfiden sonra bana bir… Daha fazla okuyun: BİR ZAMANLAR HİLTONDA – Bölüm 7
- Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 6Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 6 Yıllar hızla akıp… Daha fazla okuyun: Jirayr Zagikyan Bir Zamanlar Hilton’da Bölüm 6
- BİR ZAMANLAR HİLTON’DA – Bölüm 5 Hilton’da Şadırvan Geceleri…BİR ZAMANLAR HİLTON’DA – Bölüm 5 Hilton’da Şadırvan Geceleri… Yiyecek… Daha fazla okuyun: BİR ZAMANLAR HİLTON’DA – Bölüm 5 Hilton’da Şadırvan Geceleri…
- BİR ZAMANLAR HİLTONDA – Bölüm 4BİR ZAMANLAR HİLTONDA – Bölüm 4 Hilton‘un Derinliklerinde: Oda Servisi… Daha fazla okuyun: BİR ZAMANLAR HİLTONDA – Bölüm 4
- Bir Zamanlar Hilton’da: Jirayr Zagikyan’ın Anıları – Bölüm 3Bir Zamanlar Hilton’da: Jirayr Zagikyan’ın Anıları – Bölüm 3 Teşekkür… Daha fazla okuyun: Bir Zamanlar Hilton’da: Jirayr Zagikyan’ın Anıları – Bölüm 3
- Bir de Komi mi Olacağım? Hilton’da 27 Yılın Başlangıcı / Bölüm 2Bir de Komi mi Olacağım? Hilton’da 27 Yılın Başlangıcı /… Daha fazla okuyun: Bir de Komi mi Olacağım? Hilton’da 27 Yılın Başlangıcı / Bölüm 2
- Bir Zamanlar Hilton’da: Jirayr Zagikyan’ın AnılarıBir Zamanlar Hilton’da: Jirayr Zagikyan’ın Anıları Hotel Gazetesi olarak, siz… Daha fazla okuyun: Bir Zamanlar Hilton’da: Jirayr Zagikyan’ın Anıları